16 Ocak 2013

Başkalarının hayatları benim oldu...

Cerrahpaşa kan ünitesindeki hemşire damarlarıma geçirdiği o kalın
iğneyi çıkarırken uyarmıştı "pamuğu iyice bastır ki morarmasın" diye.
Kolumda bir morluk ile dolaşma fikri bana "ürkütücü" gelmiş olacak ki
iğneyi çıkarır çıkarmaz basırmıştım pamuğu üzerine. Şimdi, o günden
bir hafta sonra, morarmış olan koluma bakarak gülüyorum halime. Benim
bundan sonra kapanacak yaralarım olacak diye. Ama onun, Ayşe'nin
kapanacak yaraları bir daha hiç olmayacak. Ailesinin yüreğinde ikinci
defa açılan kapanması zor yaralardan başka...

Oysa sevmezdim "forward" edilenleri...

Başka insanların hayatlarına dahil olmak şaşırtmıyor artık beni. Hele
ki iletişimin bu denli hızlı ve soyut olduğu bu çağda. Soyutluktur
belki onu bu denli hızlandıran bilinmez ama artık öylesine bir gün,
öylesine bir zamanda, aklının ucundan bile geçiremeyeceğin bir
mekanda, görmeyi düşünmeyeceğin insanların hikayelerine dahil
olabiliyor anılarında yer alabiliyorsun.

Benim başka bir hayata dahil oluşum da, İstanbul'da bir öğleden sonra
mail kutuma düşen "forward" bir maille başladı. Aslında hiç sevmezdim
iletişimimi kirlettiğine inandığım "forward" mailleri. Gönderen
arkadaşımın konu başlığına takılıp kalmıştım bu sefer. Belki de
vicdanımı rahatlatmak için silmeden açmıştım maili...

"12 yaşındaki bir kıza acil kan" yazıyordu başıkta ve maili açınca bir
not düşüyordu önüme. "Hastaneyi arayıp teyit ettim. Bilgiler doğru.
Hadi bakalım tanıdıklarınıza gönderin" Yapabileceğim ilk şey kendimi
ikna etmekti çünkü aradıkları kan damarlarımda geziniyordu o an. Malin
"aradım hastaneyi teyit ettim" kısmı beni harekete geçirmişti birazda.
Ben de aramalıydım, inanmalıydım. Zira bu soyut alemde duygusal
istismarlar yapıp para kazananlar yok değildi. Uzun uğraşlar sonucunda
hastaneden abisine ulaşmıştım. Ben de ikna olmuştum artık ve ertesi
gün hastanede olacaktım. Zaman zaman isyan edip, olmak istemediğimi
yinelediğim bu dünyadan gitmemesi için Ayşe'ye kanımı bağışlayacaktım.

Alışmışlık, yorgunluk ve bekleyiş...

12 yaşında, acilde yatan ve kan bekleyen bir kız çocuğu. Daha çok
küçük diye içimden geçirerek girdim acilin kapısından. Yorgun bir aile
karşıladı beni. Bekliyorlardı ama neyi onlar da bilmiyorlardı. Dört
aydır İstanbul'daydılar ve Urfa'dan gelmişlerdi. Hastanede çok vakit
geçirip(!) artık doktor literatürünü bilen insanlar gibi olmuşlardı.
Ayşe'nin durumunu sorduğumda doktor dili ile konuşuyorlardı ama
ezbere, ezbere de bekliyorlardı...

Ayşe'nin abisi Yunus ile gittim kan alma ünitesine. Form doldur, kan
örneği ver ve muayene ol derken uzunca bir süre bekledik onunla
salonda. O zaman aralığında konuşma şansımız oldu. 20'li yaşlardaydı
Yunus. Bir ara "Sigara içiyor musun abla?"diye sordu "Hayır" dedim.
"Ben başladım, bir haftadır içiyorum" dedi. "Çare değil ki Yunus"
dedim. Sadece dedim, çare olmadığını ben de biliyordum. O an
söylenebilecek en iyi sözcük sanki oymuş gibi çıktı ağzımdan. Sadece
20'li yaşlardaydı Yunus, kardeşim gibiydi, kıyamadım...

O uzun bekleme anında abilerini de bir kaç yıl önce Akdeniz
Anemisi'den kaybettiklerini öğrendim. Ailesi bir acı zaten yaşamıştı,
o an daha bir kuvvetli yalvarır oldum Allah'a Ayşe için. Ailesi ikinci
defa bir yıkıma uğramasın diye ama nafile... Yunus'a laf arasında
"alışmış bir ifade var hepinizde" dedim, öyleydiler gerçekten de.
Yüzlerine yerleşen yorgunluğun yanında bir alışmışlık da vardı. 4
aydır oradaydılar ve bekliyorlardı. Bekleye bekleye beklemeye mi
alışmışlardı bilemedim. Bilmek de istemedim. Yaşamadan anlayamazdım,
onların yaşadıklarını yaşamak istemediğimi itiraf ettim kendime
bencilce. Yunus gelen her telefona "şimdi daha iyi" diye yanıt
veriyordu, bana da "ne yapalım abla biz ayakta durmazsak kim
ilgilenecek" demişti. Hissettiklerini okuyabiliyordum yüzünden biraz,
bana bu yüzden yalan söyleyemedi. Alışmışlardı bu duruma, alışmak
zorundaydılar. Ama yüreklerinde ikinci defa aileden birisini
kaybedebilecek olmanın korkusu vardı... Nitekim o da gitti....

Yunus beni hastaneden uğurlarken şakayla "4 ay sonra görüşürüz abla" diyip
gülümsemişti, "İnşallah gerek kalmaz" demiştim gülümseyerek, "inşallah
hemen iyileşir de Urfa'ya dönersiniz" demek istemiştim. Gerek kalmadı
4 ay sonrasına, kan vermeme, vermemize. Çünkü Ayşe birkaç gün sonra
vefat etmişti. Ölüme alışkın değildim, ölümün soğuk ve karanlık
fikrine hele hiç. Haberi Yunus vermişti bana, dilim düğümlenmişti o
an. Bir iki kırık kelime döküldü dilimden. Kapadık telefonları ve ben
hala iyileşmemiş olan kolumdaki ize baktım.

"Forward" edilen mailleri sevmezdim oysa. Öylesine bir zamanda,
öylesne bir mekanda, öyle güzel insanlarla tanışmıştım. Urfa'da bir
anım olacaktı benim. Biraz buruk biraz gülümseten bir anım. Ve benim
iyileşmesi uzun zaman alacak yaralarım olacaktı, ama Ayşe'nin...


Not: Bugün Lösemi hastası Gizem'in ölüm haberi sosyal paylaşım sitelerinde dolaşınca ve Caner'in iş arkadaşı Deniz'in bununla ilgili bir yazı yazınca aklıma yıllar önce Radikal Genç için yazdığım bu yazı geldi. İnternetten bulup kopyaladım. Fotoğraf eklemek istemedim. Sadece okunsun istedim... Üzerinde hiçbir değişiklik yapmadım...

Hiç yorum yok: