04 Ocak 2010

Sigaraya mola...


Şimdi sigaraya zam geldi ya, bizim ofisin yarısı içici, bir ben değilim. Bağımlısı olamadım lanetin, otlakçıyım ben çoğunlukla, içime de çekmem dumanını. Otlanırken bile sigara seçerim. Mesela Winston bana iyi gelir, Lark’da keza öyle ama Winston’un lightını içerken yağ içiyormuşum gibi hissederim. Malboro’ya da öyle herkesin bayıldığı gibi bayılmam, içemem ağır gelir, uzatana burun kıvırırım. Neyse, bu sabah bu sağlam içicilerden bir arkadaş ofise girdi. Günaydınlaştıktan sonra ilk uyarısını yaptı. “Bundan sonra benden sigara istemeyin kalbinizi kırarım” dedi. Direkt bana ama, ben de alırım oysa arada paket. Otlakçıyım dediysem sapına kadar değil yani. Şimdi de yanımda Lark var. Kıymete bindi lanet olası. Az önce de arkadaşla Lark, Winston ve 2000’in kokularını karşılaştırdık. Birinci sırayı Winston kaptı, ikiyi benimki en son sırayı da 2000. Zaten o da 2000’in yanında lezzet versin diye almış Winston’u. Sigara zammı bizim ofiste böyle hissedildi. Rejim yapmaya başlamış birisinin sürekli tatlı ve çikolata düşünmesi gibi bizim de muhabbetimiz hep sigara. Kimse de vazgeçmeyi düşünmüyor ha….

03 Ocak 2010

Hadi bakalım...

Ankara’dan döndükten sonra buraya alışmak pek kolay olmadı. Hep gidecekmişim gibi kitaplarım kolilerde kaldı,eşyalarımı çıkarmak istemedim. Kahve fincanında çıkan ‘yakın zamanda uzun bir yol’ların hep gelmesini bekledim. Olmadı. Alıştım artık kalma fikrine. Ama bir yanım yine hep heyecanlanıyor yolları görünce. Mesela bazen şehrin bir ucundan bir ucuna otobüsle giderken, şehirlerarası yolculuk yapıyormuş gibi seviniyorum. Ya da arabadaysam o uzun yolculuklarda, yanımdan geçen otobüslere ve içindekilere imrenerek bakıyorum.
Dün yine Ankara’dan gelen kitap, kağıt ve dosyaların arasında dolaşırken 2003 yılına ait üzerinde adımın yazdığı bir sempozyum kımliği ve sempozyuma ait bilgilerin dökümanların olduğu birkaç dosya geçti elime. Saklamışım. Eşcinsellerin buluştuğu bir sempozyumdu. Eşcinsel bir arkadaşımla gitmiştim. O an gözlerimin önüne geldi. Homofobik değildim, hiç olmadım ama o gün o kapıdan girerken ürktüğümü anımsadım. Adımı o kimliğe yazarken neler hissettiğim. Ya beni de eşcinsel sanırlarsa diye saçma sapan bir duyguya kapılmıştım. Gülümsedim sonra. Şimdi durduğum noktaya baktım bir de, neler değişmiş neler. Neler konuşmuşuz, nelere ağlamışız nelere gülümsemişiz. Koskoca 6 yıl geçmiş üzerinden. Çocukmuşuz o zamanlar da kendimizi büyük sanıyormuşuz meğer. Bilememişiz…
Anıların arasına burnunu sokunca insan böyle garip oluyor işte. Şimdi mesela, 3 yıl önce, şimdi ki ben olsaydım, işte seyri değişirdi hayatımın. Bu kadar ayak altına aldırmazdım kendimi mesela, hayatım da bu kadar ayak altında olmazdı. İnancımı yitirmezdim mesela, şimdiki gibi arabesk olmazdım…
Biliyor musun, ben üniveriste sınavına girerken o kadar çok inanmıştım ki kendime, başaracağımı bilerek adım atıyordum. Geçmişi anımsarken birden bu geliverdi aklıma. Şimdi beni bu kadar bıktıran ne bilmiyorum aslında. Kendim için bir şey yaptığım söylenemez. Ne söyleyeceğimi bile bilmiyorum. Ama bugün ne oldu biliyor musun, sabah mahmurluğumu üzerimden alan bir duş aldım ve rutin bir şekilde yaptığım bu şey bu sefer farklı bir etki bıraktı bende. Üzerimdeki bütün kirli düşünceleri atmış gibi hissettim. Bakma şimdi umutsuz umutsuz konuştuğuma. Geleceğimi planlıyorum, nerede olmak istediğimi kestiriyorum. Uçuk kaçık olmasın diye de set koyuyorum. Hadi bakalım…
Şair ne demişti, ‘Giderayak yapacak çok işimiz var’. Daha gidecek çok yer var, yazılacak çok hikaye, gülümsenecek çok yüz var, öpülecek yanaklar. Hadi bakalım….