29 Haziran 2011

Geç kalınmış doğum günü partisi, sarhoş sözler ve uzun bir yürüyüş...



Geçtiğimiz hafta Cumartesi günü, hem benim gecikmiş doğum günü partimi yapmak, hem ertesi gün doğum günü olan arkadaşımın erkek kardeşinin doğum gününü kutlamak için bir araya geldik. Malumunuz, ertesi gün Pazar olduğu için hepimiz rahattık. Muhabbet muhabbeti açtı ve birkaç kadeh rakıdan sonra ortaya ‘Gelidonya Feneri’ne gidelim fikri ortaya atıldı. Daha önce fenere çıkıp gelmiş olan arkadaşım HS, ‘Araba ile bir yere kadar gidiyoruz, sonra arabayı bırakıp 500 metre kadar yürüyoruz’ dedi. gecenin ilerleyen saatlerinde ‘Acaba ben bu yürüyüşten nasıl kaytarırım’ diye düşünürken, uykunun da bastırması ile ‘Siz yarın bensiz gidin’ diyiverdim. Tabi kabul görmedi. Nitekim ertesi gün saat 11:30’’da buluşmak sureti ile anlaştık….



Ertesi gün uyanmak kolay olmadı tabi. Zor bela kalkıp, duşumu da aldıktan sonra beni bekleyen araca bindim. İlk şoku ‘arabada sigara içilmiyor’ sözleri ile yaşadım. Aracın sahibi CA, oldukça gaddardı bu konuda. Bir yerde dinlenir hem kahvaltı yaparız hem de sigara içeriz derken, kendimizi Kemer güzergahında yol kenarında süper bir yerde bulduk. Çaylarımızı yudumlayıp sigaralarımızı içtikten sonra tekrar yola koyulduk. Amaç Gelidonya Feneri’ne çıkmaktı tabi ama karnımız da acıkmaya başlamıştı. Benim gibi kahvaltı yapmayan birkaç arkadaşın karnını doyurmak için yol kenarında bulunan gözlemecilerden birisine attık kendimizi. Ben ısrarla orada kalıp kitap okumayı önerdim ama ‘buradan daha güzel yerleri görmeyeceğinin garantisini veremeyiz’ sözleri ile arabadaki yerimi almışken buldum.



Yolculuk güzeldi, araba taşlarla dolu yolda ilerlerken sarsılsak da güzeldi. Bir ara su ve sigara ihtiyacını karşılamak için bir çeşme başında durduk ama kurbağalar ve böceklerden ben pek tad alamadım.



Önceki akşam, ‘Arabayı belirli bir noktada bırakacağız, sonrasını yürüyeceğiz’ denilen yere geldiğimizde ise ben nelerin bizi beklediğini inanın bilmiyordum. Çantalarımıza sularımızı attıktan sonra yola koyulduk. Her 5 dakikada bir ‘ne kadar kaldı?’ sorusuna Ankaralı arkadaşım HS tarafından verilen ‘Az kaldı’ yanıtı, benim Ankaralıların yön ve zaman duygularına olan inancımı da azalttı. Yok yok azaltmak ne kelime bitirdi. Dar ve zaman zaman yokuş olan yol inanın bitmek bilmedi. Yol uzadıkça ben terledim, ben terledikçe küfürler savurdum. Bir dinlenme noktasında yine oyunbozancılık yaparak ‘siz gidin beni burada bırakın’ bile dedim. Benim sözlerime kulak asılmayınca ben de kurda kuşa yem olmamak için onlarla birlikte yola devam ettim.



Tahmin ettiğiniz gibi önceki gece sarhoş ya da çakırkeyif HS tarafından dile getirilen ‘500 metrelik yürüyüş’, 500 metre ile sınırlı kalmadı. Yorulduk, tıkandık, susadık, terden sırılsıklam olduk ama değdi. Tüm somurtkanlığım feneri görünce birden kayboldu gitti. Tamam tamam birden gitmedi, azıcık dinlendikten sonra bitti.



Biraz dinlendikten sonra fenerin etrafını gezme şansım oldu. Bir dağın yamacına oturtulmuş güzel bir fener Gelidonya feneri. Likya Yolu’nun üstünde ama terk edilmiş bir fener. Bu durum onun geçmişine ihanet etmek gibi bir şey. Yıllarca denizcilere yol gösteren fenerin birdenbire insansız ve nefessiz kalması acımasızlık gibi geldi bana.



Fenerden inmek, çıkmak kadar zor olmadı. Çıkarken sarf ettiğim küfürlerin aksine, inerken ‘Ben buraya bir daha çıkarım’ dedim. Yok yok yalan değil, nereye varacağını bilemeyen bir insanın sabırsızlığı ve öfkesi vardı bende. Yukarıya çıkınca eksikliklerimi tamamladım. Yani artık her an fenere nefes olabilirim…

28 Haziran 2011

Haydi Philips kalk, habere gidiyoruz...



Bir gazeteciye verilebilecek en güzel hediye nedir diye sorsalar, kesinlikle fotoğraf makinesi, cep telefonu, ses kayıt cihazı, fotoğraf makinesi çantası, kalem, defter, IPAD, notebook, güneş gözlüğü, spor ayakkabısı… derim. (Evet listeyi hediye almak isteyenler için geniş tuttum) Şaka bir tarafa ben bundan birkaç ay öncesine kadar bir fotoğraf makinesi çantasına sahip oldum. İki yıl önce aldığım çantamın ‘harap’ halini gören ve bozuk fermuarına sürekli el atarak ‘Gamze şurayı yaptır artık’ diye beni ‘düzenli bir gazeteci olmam konusunda uyaran’ arkadaşım, bir gün elinde kocaman bir çanta ile çıkıp geldi. Nasıl anlatılır bilmem ama bayramlık giysilerine kavuşmuş bir çocuk gibi sevinçliydim o gün. Hemen eski çantamın içindekileri boşaltıp, ona iğrenerek baktıktan sonra yeni çantama aşkla bağlandım. Eskiye mazi derler ne yapalım.



Dün de, gece 12 buçuğa kadar süren bir haber koşturmacasının ardından çantama konan ses kayıt cihazını gördüğümde aynı hislere kapıldım. 2005 yılında, henüz daha öğrenci iken aldığım ses kayıt cihazımın ‘USB’ özellikli olmamasının ceremesini çekerken, bir kere yanlışlıkla bir röportajın ses kaydını silmiştim, birden, hiç aklımda bile yokken çantama konulan USB’li süper ötesi bir ses kayıt cihazına kavuştum. Ben mutlu olduğum anların resmini çizemem, yok paylaşmak istemediğimden değil de, anlatmasını beceremem. Dün de anlatamadığım şeyler yaşadım. Eski kayıt cihazım Sony marka olduğu için yenisini ((Philips) çözmeme biraz zaman alacak ama olsun. Ona da alışırım…

27 Haziran 2011

Onu 'Pire Memed' diye bilirlermiş, ben başka bildim..



Sizde nasıldır bilmem ama ben genellikle alışverişlerimi sevdiğim yerlerden yaparım. Hele hele söz konusu gümüş takılarsa kesinlikle bildiğim yerden alışverişi yaparım, bu konuda taviz vermem. Tamam internetten bir iki kötü deneyim yaşadım ama onları şimdilik var saymayalım.

Efendim, geçen hafta işlerimi bitirdikten sonra araba çağırmayıp yürüyerek ofise döneyim istedim. Ofise gitmeden önce de uzun süredir uğrayamadığım Kadir ağabeyin yerine gideyim dedim. İyi de etmişim hani. Orada muhabbeti hoş, bol kahkahalı bir sohbete tanıklık ettim.



Kadir ağabeyi ben birkaç senedir tanıyorum. Orta okul arkadaşıma hediye almak için girmiştim dükkanına yıllar önce. Dükkan kapandıktan sonra da tesadüfen yeni dükkanını bulmuştum. İyi ki bulmuşum. Karadenizli, özü sözü bir, hatta dükkanının ismi gibi delikanlı bir adam. Durun durun dükkanın adı delikanlı değil,Lagot.

İşte, iş arası onun yanındaydım. Havalar sıcak ama çaya düşkünlüğüm ayrıdır. Bir bardak çay içerim, muhabbet ederim diye gittim, Mehmet amca ile tanıştım. Mehmet amca bildiğin, Mehmet amcalardan değil ama. 78 yaşında bir delikanlı. Onu Tokat Turhal’da ‘Pire Memed’, ‘Avci Memed’, ‘Kuşçu Memed’, ‘Cılız Memed’ diye tanırlarmış. Ben de ‘Oyuncu Memed’ diye bildim onu.



Dükkana girdiğimde bir şeyler anlatıyordu. Kadir abi devam etmesi için işaret etti Mehmet amcaya, başını kaçırdığım için de hikayeye ben gelmeden önce anlattığı yerlerin üzerinden bir daha geçerek başladı. Hem dinledim hem güldüm, hem de o yaşına rağmen beden dilini bu kadar iyi kullanmasına şaşırıp kaldım…

Bundan birkaç yıl önce bir arkadaşı ile hacca gitmeye niyetlenmiş Mehmet amca. Arkadaşı bu konuda tecrübeli olduğu için yer konusunu ayarlaması için ona bırakmış. Arkadaşı yer yok yanıtını alınca iş Mehmet amcaya düşmüş. Gitmiş, sormuş, yanıt aynı ‘yer yok’. Eh serde oyunculuk da var ya, ben bir oyun edeyim müftülük çalışanlarına demiş. Bir gün sonra ‘Sarhoş Memed’ olarak girmiş müftülüğün içine. Şarap parası, rakı parası derken bizim ‘Sarhoş Memed’ amca bir bardak çaya tav olmuş. Biri gelmiş biri gitmiş çayların, muhabbet tabi sarhoş ağzı ile devam etmiş. En son birisi ‘Hacı amca sen ne istiyorsun?’ diye sorunca bizim Mehmet amca hemen kendi kimliğine bürünüvermiş. İyi de etmiş hani, oyunla başlayan hikaye mutlu sonla bitmiş. Müftülük çalışanları birkaç yer araştırdıktan sonra ona yer bulmuş. Mehmet amca da hacca gidip gelmiş tabi.



Delikanlı dedim ya, gerçekten öyleydi Mehmet amca. O anı yaşayarak anlattı. Kah sarhoş oldu, kah kalktı ayakta canlandırdı. Oyunculuk işine işlemiş derler ya, işte onun da öyleydi. Gönüllü olarak yaptığı oyunculuğu, Şeker Fabrikası’ndan emekli olduktan sonra bırakmış ama görünürde. Dükkandan çıkmadan önce ‘yeri gelir dilenci olurum, el açarım’ demişti. Şimdi bekliyorum, bir kere daha farklı bir konseptle karşıma çıkmasını. Kim bilir dalgın bir günümde ‘el açar’ bana şakayla…

23 Haziran 2011

Tesadüfi karşılaşma...

Bugün bir haber için sabahtan dışarıya çıktım. Niyetim söz konusu haberle ilgili birkaç fotoğraf çekip ofise dönmek ve sıcağın etkisini en aza indirmek için ofisten telefon açarak gerekli bilgileri almaktı. Ama ayaklarım beni düşüncemin tam aksi istikametine doğru yönlendirdi.

Fotoğrafları çektikten sonra soluğu söz konusu haberle ilgili detay öğrenmek için kaymakamlıkta aldım. Kaymakam bey yerinde olmadığı için ilçe emniyet müdürünün odasına doğru yollandım. Eskiden trafik şubede müdürü olan kişiyi karşımda görünce önce biraz şaşırdım. Oraya atanalı 8 ay gibi bir zaman geçtiğini öğrendikten sonra da birimlerdeki değişimlere ne kadar uzak kaldığımı fark ettim. Neyse ne efendim, biz asıl meseleye dönelim.

Telefonla halledeceğim dediğim bilgileri birebir yüz yüze görüşerek tamamladıktan sonra, haberin bir ayağını daha oluşturmak için söz konusu olayla ilgili derneğin başkanının telefonunu da edindim. Kaymakamlık binasından çıkarken, dernek başkanının telefonunu tuşladım. ‘Merhaba ben bıdı bıdı gazetesinden Gamze’ diye kendimi tanıttıktan sonra, dernek başkanına yerinde olup olmadığını sordum. Dernek başkanı dışarıda olduğunu söylediği sırada ben kaymakamlık binasının köşesini dönüyordum.

Dernek başkanına telefonda ‘sizinle görüşmek istiyorum’ diyordum ki karşıma çıkan adam bana ‘görüşebilirsiniz tabi’ dedi. Yok yok başka birisi değildi karşıma çıkan, daha önce yüzünü dahi görmediğim dernek başkanının ta kendisi idi. Şaşırdım mı? Şaşırdım. Tesadüfleri seviyor muyum? Evet. Ben bu dernek başkanını sevdim mi? Sevdim. Bu olay da benim ‘acayip günler’ listeme eklendi mi? Eklendi. Mutlu muyum, evet. Eh hadi bakalım…

17 Haziran 2011

Ben ve ceplerim...

Size oğlan çocukları gibi olduğumu söylemiştim değil mi. Hatta babamın beni ‘erkek Fatma’nın bir başka versiyonu olan ‘Hatçe’ ismi ile çağırdığını… Söylemediysem de öğrendiniz…

Neden bunları anlatıyorum, birazdan söyleyeceklerime altlık oluştursun diye.

Efendim, uzun zamandır paralarımı, biraz kadınsı olayım diye aldığım kocaman siyah cüzdana koymak yerine cebime tıkıştırıyorum. Bunu o kadar severek yapıyorum ki, kendi kendimi ‘ya ne kadar kolay oluyor, çanta sırtındayken onu açıp cüzdanı çıkarmak ve paraya ulaşmak zorunda kalmıyorsun’ diye de avutuyorum. Eh iyi halt ediyorum. Neden mi? Çünkü cebime koyduğum 100 TL’mi kaybettim. Nasıl olur nerde düşürürüm diye dün, gün boyu debelendim, bulamadım. Oturdum aptallığımla hesaplaştım. Aptallığım bana ‘100 TL’ni yedim’ dedi, ‘Zehir zıkkım olsun’ dedim, çektim gittim.

Ve ben bu yaşadığım olaydan bir sonuç çıkardım. Artık cüzdan kullanacağım…

12 Haziran 2011

Güzel günler görecegiz çocuklar...



Bundan birkaç ay öncesine kadar ‘bu süre bitmez’ diye ağlanıyorken işte geldik seçim gününe. Her yazımda söylerim ya aceleciyimdir diye, işte alın size kanıtı. Ünivesite son sınıftaykenden de ‘aman okul bitsin hemen işe girip çalışayım’ diye ağlanıp durmuştum. Sonuç mu, uzun süren işsiz geceler... neyse efendim ben konuyu daha fazla dağıtmadan seçimlere giriş yapayım.

Malumunun buraya uzun zamandır yazmıyordum. Geçenlerde aşka gelip bir merhaba yazısı ile giriş yapmış, akabinde de yine aşka gelip bir iki şey karalamıştım. Şimdi beni bilgisayarın başına oturtan ve kimilerine göre geç kalınmış olan yazıyı yazmamın sebebi ise tamamen can sıkıntısı. Size uzun uzadıya siyaset terminolojisini de içeren bir analiz yazısı yazacak değilim. Şu hengamenin(!) bitiyor olmasından dolayı yaşadığım sevinci, can sıkıntımı giderecek bir araç ile paylaşmak istedim sadece...

Sizin oralarda nasıldı bilmem ama bizim buralarda pek bir sıkıcıydı seçim süreci. Adaylar açıklanırken bayağı bir heyecanlanmış, altyapısını bile oturtamamış siyasi partilerin genel merkezlerinin sitelerine giriş yaparken bile kalbim küt küt atmştı kabul, ama genel itibarı ile seçim süreci benim için orada başladı ve bitti. Arada dost masalarında seçim tahminleri yapıp, iddialara da girmedik değil. Ama dedim ya bununla sınırlı kaldı. Benim yerel seçimlerde yaşadığım o heyecanı bu genel seçimlerde yakalayamadım. Hatırlıyorum da gecenin bir yarısı bir belediye adayının seçim ofisinden diğerine gitmiş, ofislerde yaşanan heyecanlı bekleyişe tanıklık etmiştim. Bugün de aynı heyecanı yaşayacağım kuşkusuz ama burada yaşanan ‘rehavet’ kimilerine göre ‘seçim sonucunun belli olmasından’ kimilerine göre de ‘vatandaşın artık bıkmasından’ ileri geliyordu. (Farklı bir görüşü olan varsa buyursun)Bana göre ise tam bir belirsizlik.

Seçim meydanlarında yaşanan karmaşa, kavgalar, saldırılar, göz altılar, işkenceler, küfürler, yolsuzluklar, samimiyetsizlikler, yağcıların kavgası... yordu değil mi sizi? Beni de, hem de ziyadesi ile. İşte o yüzden bu hengamenin bitiyor olması beni sevindiriyor....

Bugün nasıl bir sonuçla karşılaşacağımızı bilmiyorum. Sonuçlar beni tatmin edecek mi onu da bilmiyorum. Bildiğim tek şey, yaşadığım ülkede her şeyin bir 30 yıl sonra ‘gerçekliğine’ kavuşuyor olması. Bir 30 yıl bekleyecek, yalanlarla avunacak gücüm var mı, kuşkusuz hayır. Ama kandırılmak istemiyorum. Tüm dileğim, demokratik bir seçim sürecini kimsenin canı yanmadan gerçekleşmesi yönünde. Umarım yaşadığım ülke daha güzel günler görür...

10 Haziran 2011

Ah ben ah ben...



Neden kendimle uğraştığımı merak diyorum. Hem de tüm uğraşlarımın sebebi eylemlerim iken. Galiba boşta kalmayı sevmiyorum...

07 Haziran 2011

Dilimi eşşek arıları sokar mı?




Ben kendimi bildim bileli öfkeli bir hatunumdur. Herhangi bir olayda çok çabuk parlayıp, hatta parlamakla kalmayıp alev alev yanarım. Böyle zamanlarda doğru düzgün cümleler kurmayı, hakkımı savunmayı da beceremem. Ha zaman zaman bana bir güç gelir, arka arkaya sıralarım cümleleri ama bunlar çok nadirdir. Bir de çok küfür ederim, yanımda yöremde birisi var, aman ayıp olur demeden hem de… Kızgınlığımı yatıştıran en büyük enstürmnadır küfürlerim…

Bugün mesela, dolmuş durağına doğru yürürken telefonum çaldı. Arkadaşımla bir konuyu konuşurken duraktan yavaş yavaş ayrılan dolmuşa da el edip durmasını istedim. Dolmuş durmayınca biraz hızlandım, o da benimle birlikte hızlanınca ‘Amannn S. git be’ dedim. Demez olaydım, yerin dibine girdim. O sırada durakta bekleyen iki gencin sırıtan bakışları ile göz göze gelmem, telefondaki arkadaşımın küfürümü duymasını algılamam ve akabinde deli bir gülme krizine girmem bir oldu. O ara dolmuş durup beni bekleyince de durakta bekleyen ‘küfürdaşlarım’ ‘Ben olsam binmem’ diyerek espiri yapmayı da unutmadı. Telefondaki arkadaşıma yaşadığım olayı kahkaha arasında anlattıktan sonra, duraktaki arkadaşlardan özür dilemeyi ihmal etmedim. O ara içlerinden birisinin fotoğraf makinesi çantamı görüp ‘Fotoğrafçı mısın?’ diye sorması akabinde ‘Hayır muhabirim’ yanıtını vermem doğru mu oldu yanlış mı bilmem. Sanırım yaptığım en büyük hata çalıştığım kurumun adını vermem oldu. “A” gazetesinin küfürbaz kadın muhabiri olarak çocukların belleklerinde yer ettim. Tebrikleri alabilirim…

04 Haziran 2011

Ben artık büyüyorum...



Aceleciyim. Hep birden olsun da bitsin istiyorum. Uzun zamandır burayı boşladığımın farkındayım. Ne zaman elimi klavyenin tuşlarına dokunduracak olsam, o kadar çok kelime ardı arkasına çıkıyor ki parmaklarımdan, bir süre sonra ne anlattığımı unutuyorum. Mesela az önce de öyle oldu. Yazdım yazdım, yazımın başıyla sonunu tutturamadım… Acele ettiğimin ayırdına varıp tane tane anlatmaya karar verdim.

Çok şey oluyor son günlerde, zaman gerçekten hızla akıp geçiyor. 28 yaşıma gireceğim şu günlerde yeni yeni şeyler keşfediyorum. Hayatımda hiç olmaz dediklerim oluyor sanki. Ben de şaşırıyorum… Garip bir değişimin içindeyim. Belki de hazır olmadığımdan bu değişime, belki de beklenmedik bir zamanda yaşadığım için garipsiyorum. Büyüdüğümü fark ediyorum, kendimi değerli hissediyorum. Ama tüm bunlara ve yorgunluğuma rağmen kendimi hala küçük bir çocuk gibi de hissediyorum. Gencim, ruhum hala beni bırakmış değil. Galiba ben onunla da mutluyum.

Hayatımda yeni bir insan girdi. Kalbimi ona açık tutup tutmamak arasında gidip geliyorum. Aldığım kararlar yok, her şey zaten birdenbire oldu. Bunun matematiğini yapacak değilim, sadece süreci belirtmek için söyledim. Her başlangıç gibi her bitiş de birdenbire oluyor bende. Sancılarını sonradan çekiyorum. Kısa yoldan, tam benlik. Acele eden bir ruha göre… Ama garip bir şekilde beni içine çekiyor. Zaman zaman kokusunu burnumda hissediyorum. Uzun zamandır yaşamadığım bir duyguyu tadıyor olmanın şaşkınlığını yaşıyorum. Umutsuz değilim aslında. Onunla birlikte daha bir güçlüyüm…

İşle ilgili çok verimsizim. Seçimler bir rehavet havası yarattı üzerimde. Aslına bakarsanız güzel bir tatile gitmeye ihtiyacım var. Neresi olacağı konusunda da kararsızım. Bloglara girip tatil yapan insanların sayfalarını ziyaret ediyor ve iletişime geçiyorum şu günlerde. Cunda ve Asos’a bayılmış durumdayım. Butik tarzı, küçük, ekonomik ve cıvıl cıvıl sakin bir yer arayışındayım. (Aklınızda bulunsun) Bir de sanki tatilden sonra daha farklı bir ben olacak gibiyim. Tüm inkarlarıma rağmen ben galiba büyüyorum ve bunun heyecanını yaşıyorum…


Not: Bu fotoğrafı Kaleiçi'nde bir evden çektim. Dağınık ama bir o kadar da estetik ve huzur doluydu ev. Sanırım benim durumumu en iyi anlatan kare bu...