18 Şubat 2011

Benden adam olmaz...



Daha birkaç ay öncesine kadar 'ağzıma bile sürmem' diyerek bıraktığım, bir gönül yarası münasebeti ile içimdeki sıkıntıyı savurmak için –hem de o kadar zaman sonra- bir fırt çektiğim sigara ile bugünlerde pek bir sarmaş dolaş oldum.

Biliyorum, verdiğim sözleri tutamıyorum…

Her akşam günü kapatırken ‘yarın paket almayacağım’ diyor, her sabah ise büroya sarhoş ayaklarla yürürken –beni sabahları yürürken görmenizi isterdim, gerçekten sarhoş gibiyim- köşedeki markete uğrayıp ‘bir tane bıt bıt alabilir miyim’ diyerek akşamki sözümü unutuyorum.

Kendime sürekli söz veriyor ve bunu gerçekleştirmiyorum. Biliyorum, benden artık adam olmaz…

17 Şubat 2011

Vazgeçmeyin olur mu?..



Bugün Antalya’nın kırsal mahallelerinden birisindeydim. Hava sıcaktı, insanlar sıcak, sımsıcak, çocuklar cıvıl cıvıl. Ne dediysem yaptılar. Hele birisi vardı ki, gözleri sımsıcak. Çok sevdim onu. Hayrettin’di adı ama ben onu iki kere İsmail diye çağırdım, ses etmedi. Alışkanlıktan olsa gerek, yeni yapılan parklarındaki oyuncaklarla oynamak yerine toza bulamıştı kendisini. Toprağı sevdiği için daha bir sevdim onu….



Bahar gelmişti Antalya’ya. Dağlar çiçek çiçekti. İnekler, bir görseniz öyle sağlıklıydılar ki. Bir ara otlarken onları görünce, yerlerinde olmak istemedim değil. Gülmeyin, insan inek olmak da isteyebilir…



Sonra o teyze, adını bilmiyorum. Sormadım da. Nasıl bir sıcaklıktır bu ya. Aşık oluyorum her seferinde. Tarımdan bıkmışlar, onlar dertlendikçe başımla onaylıyorum sözlerini. Haklılar da. Ama içimden ‘topraktan vazgeçmeyin’ diye bağırıyorum. Bir tarafta geçim derdi, bir tarafta tarımın durumu. Bilmiyorum, ama yeşile hasretliğimi ben ancak buralarda giderebiliyorum. Seraların sıcaklığı bile dokunmuyor bana düşünün. Tezek kokusunu içime nasıl çektiğimi söylemeyeyim bile…



Çocukluğumu geri istiyorum böyle günlerde. Hele çocukluğumun o güllerini görünce, ağlamamak için zor tutuyorum kendimi. Daha önce de bahsetmiştim, bahçemizde gül gibi kokan güller vardı, kocaman. Her sabah toplanır ve reçel kaynatılırdı. Ben de afiyetle yerdim. Toprakta yetiştim, oyuncaklarım hep çamurdandı. Köyler kurardık kardeşimle, hayali köyler. Onunla oynardık. O zamanlar, işte öyle zamanlardı. Büyük bahçemizin son ürünlerini tırnaklarımızla kazıyarak topraktan çıkardığımız, bahçe ortasında büyük ateşler yakıp üzerinde patates pişirdiğimiz günlerdi. Güzel günlerdi, bir daha gelmesi ise olanaksız günler…

Bugün bunları bir kere daha hissettim, üzüldüm. Ama bana bu anıları hatırlattığı için de, bir yerlerde umudun varlığını hissettirdikleri için de şükran duydum onlara. Seviyorum Antalya’nın kırsal kesimlerini. Toprak, tezek, çiçek, hayat kokan yerlerini. Vazgeçmeyin olur mu topraklarınızdan… Lütfen vazgeçmeyin…

16 Şubat 2011

Bugün... Sanki...

Bugün...



Sanki...



Pek bir yalnızdı doğa...

Bu sefer de ben yaptım...



Bugün keyif yaptım. Bir süredir tabelasındaki kahve görüntüsüne aşık olduğum yere gittim. Bir sigara yakıp yudumladım kahvemi.




Kahve fincanımı yorumlayacak kimse yoktu. Ben bakayım bari dedim. Üç vakte kadar aşk, beş vakte kadar mutluluk gördüm. Oh dedim, nihayet her şey yoluna giriyor. Fincanı da kanıt olsun diye fotoğrafladım...

Not: Hem ne bakıyorsun Seyhan, hep sen mi içeceksin:)

15 Şubat 2011

Sen.. Ve birkaç kelime, oradan buradan...

Sesleri kaldıramıyorum artık. Başımı ağrıtıyorlar ziyadesi ile. Anılar gibi. Onlar da artık ağır gelmeye başladı. Artık düşünmek istemiyorum…

Mesela…

Bugün senin evinin önünden geçtim. O yoldan kaç kere geçtim kim bilir. Mutluydum, seni arkamda bırakırken yok muydu aklımda sorular, acabalar? Vardı elbet. Bir önceki kandırılmışlığımı seninle unutmaya çalışıyordum zira. Ama mutluydum işte, senin dudaklarının sarhoşluğuna bırakmıştım, kendimi seninle keşfetmeye çalışıyordum.

Bunların hepsi geride kaldı aslında. Hem neden insanlar her başlangıcına eskileri de dahil ediyor ki. Pişmanlıkların içinde boğulmak için mi? Kim bilir…

Şimdi…

Aklıma, artık gerçekten kaldıramadığım anılar geliyor bir bir. Soğuk bir duvarın üzerinde soğuk göz yaşlarımı bırakmıştım ardından mesela. Hatırlıyorum da, zordu. Terkedilmişliğimin nedenlerini sorguladığım bir akşamdı. Hani böyle durumlarda dünya durur derler ya, durmamıştı aslında. Havanın soğuğu içime işliyordu ve sanki gözyaşlarım soğuk yüzünden akamıyordu. İçim acıyordu, onu hatırlıyorum. Canım yanmıştı, yüreğimin olduğu yerde bir düğüm oluşmuştu. Ne düşünüyordum diye hatırlamaya çalışıyorum da şimdi. Yanına dönüp dönmemek arasında bocaladığımı anımsıyorum. Ha bir de ertesi gün başka bir erkeğin dudaklarıyla kendimi avutma çabalarımı.

Ne saçmaydı oysa. Sen gitmiştin, ben birkaç yıl önce hoşlandığım ama korkaklığımdan adım atamadığım adamın yanındaydım. Sarhoştum. Hayır sarhoş değildim. Uzun zamandır kontrollü içiyordum. Ama zihnim bulanıktı. Onun kollarına bırakmak istedim kendimi. Saçma sapan bir yerde ona sarılmışken buldum bedenimi. Sonra, sonrası malum. Bir taraftan beni öperken bir taraftan erkekliğinin bedenime dokunuşunu hissediyordum. İstediğim bu değildi, geri çektim kendimi …

Hayatımın bir çok evresinde ben ne istediğimi bilemedim. Hep başkaları beni istedi, ben de gittim. Hep başkaları tarafından tercih edilen oldum, tercih edenden ziyade. Korkaktım, adım atıp attığım adımın bir ötesine geçemezdim.

Ya şimdi…

Şimdi de sonunu bildiğim ilişkilere gebeyim.

Ve…

Ben adam olmam…

13 Şubat 2011

Şimdilik, sadece şimdilik...



Bazen insanlarla sadece gözlerinizle iletişim kurabiliyorsunuz. Bir gülümseme sizi o an tüm sıkıntılarınızdan arındırabiliyor. Ve hatta bazen, o arınmanın sonsuza kadar sürmesini istiyorsunuz...

Önceki gece böyle bir iletişim oldu içeridekilerle... Ben dışarıdaydım, onlar içeride. Ud, kanun, içerideydi, şarkılar dışarıda...

Onlar çaldı, ben dinledim....

Onlar söyledi, ben sustum...

Sadece sustum...

Şimdilik sadece susmak istiyorum. Çok olup, çoğul olup susmak...

12 Şubat 2011

Ben...



Kırmızı ışık saçan bu güzel şeye aşık oldum...

Bir de buna...

"Belki bu da onun alınyazısı, verimli beyinleri büyük kitaplara hamile bırakmak..."

(Nietzsche Ağladığında- Irvın D. Yalom Sfy: 363)

11 Şubat 2011

Geçimsizim kendimle...

Başkaları olmak istiyorum bugünlerde
Mesela Murat Uyurkulak
Mesela Melis Danişmend
Bazen, hem de çokça Ece Temelkuran
Zaman zaman Yaşar Kemal…
Kendim olmak istemiyorum son zamanlarda
Neden mi?
Anlaşamıyorum kendimle
Böyle sevimsiz sevimsiz bakıyorum aynadaki aksime
Yola çıkmayı bırakın, çıktığı yoldan bile sıkılan bir tipim işte.
İyi dilekler duymak istemiyorum…
Kendimle geçinemiyorum…

Kendini bana adayacak olan tüm renklere...

Parmaklarıma diyorum,
Kırmızı iplikler bağlayacağım
Unutmamak için hiçbir şeyi...
Neden mi kırmızı?
Seviyorum bu rengi.
Aşk gibi sıcacık,
Ateşli,
Ve olabildiğinde
Özgür bir renk olduğu için...

10 Şubat 2011

Yine karmakarışığım...

İki 'ŞEY' arasında gidip geliyorum.
Ve yine 'BECEREMEYECEĞİM' biliyorum
Hesap yaptığımdan değil,
Sanırım yine HIZLI ilerliyorum...

Benim başlangıçlarım kadar, bitişlerim de sancılıdır. Ne istediğimi bilmediğimden değil de, çok düşünmeyip ani karralar verdiğimden. Yine böyle başlangıçlara gebeyim, hem de sonunu bile bile...

Ben ne zaman akıllanacağım ya da yaşadıklarımdan dersler çıkaracağım inanın bilmiyorum. Kafamın dkine gittiğim sürece, kalp çarpıntılarıma kulak astığım sürece sanırım bu hiçbir zaman gerçekleşmeyecek.

Bir pastil alsam, yumuşatsam kendimi. Eskiden olduğu gibi, daha saf baksam insanlara, hatta daha umursamaz olsam dünyaya. Güzel olur muydu dersiniz?

08 Şubat 2011

Öylesine karalanmış birkaç cümle...

Ben bir zamanlar bir adama aşıktım. Aşkın ‘tek ve özel’ olduğunu düşündüğüm zamanlar, şimdi yüzüne acıyarak baktığım bir adama hem de.

O zamanlar ben, o adamın ağzından çıkan her sözü zihnimin kıvrımlarına kazıyordum. Gideceğim yolda bana rehber olacak sanıyordum. Yaptığı her şeyi mazur görüyor, bahanelerine ise ‘olur’ diyordum…

Hayat çok mutluydu. Ben, kederimi dağıtacak bir sigaraya bile ihtiyaç duymuyordum o zamanlar. Gülüşüme hayrandı dünya, ben ise ona. Onun bakışlarına… Onun sonsuz aşkına…

Nedendir bilmem, ben onunla hiç gelecek hayal etmedim. Bir yerim hep eksikti. Önümü göremediğim zamanlar kapımı çalıyordu yavaş yavaş sanki. O kadar sancılıydı ki her şey, birdenbire karıştı. Karın ağrım yerini yürek sızısına bıraktı, gözlerimden sıcak sıcak aktı yaşlar ve hiçbir şey düşünüldüğü gibi kolay olmadı…
Uzun zaman birisinden hoşlanmadım ben mesela, iki yıl kadar. Unutmak kadar, ‘ben bunları hak edecek ne yaptım’ ları kabullenmek zor oldu…

Ama düşünüyorum da, ben bir zamanlar aşıktım. Aşkın özel olduğunu ve sadece bir kere yaşanacağını düşündüğüm zamanlar. Şimdi, o kadar zalim ki zaman, ben o adama acıyarak bakıyorum. Bir zamanlar soluğunu dinlediğim adamın şimdi varlığını bile umursamıyorum. Ben bir zamanlar aşık olduğum adama şimdi acıyorum…