29 Ocak 2011

Günlerden Cumartesi idi ve sen oradaydın...

Gittiğim her yerde seni de görebilmeyi umuyordum hep. Ama bugün, o cenaze törenine gelirken, saçma belki ama, seni orada görmek istedim. Şansım yaver gitti ve sen oradaydın.

Önce inanamadım, belki bir yanılsama dedim. Çünkü günlerden Cumartesi idi ve senin orada olman çok anlamsızdı. Ama oradaydın işte. Heyecanlandım, elim ayağım birbirine dolaştı. Önce bir arkadaşımı telefonla arayıp bir şeyler saçmaladım. Sonra gözlerine bakmamak için bir sigara yakıp kendimi oyaladım. Biliyor musun, gözlerini hissediyordum. Onlardan fazla kaçamadım. Caminin bahçesine girince, biliyorum pek romantik bir mekan değil, gözlerimle etrafı taradım. O kadar heyecanlıydım ki yanına gelemedim. Seni gördüm, yönünü bana döndün, ben ise bakışlarımı başka tarafa çevirdim. Sonra sen aynı şeyi yaptın. Yoksa her şeyin farkında mısın?

Bir ara kayboldun, seni görünce yine rahatladım. Yanına gelip masum bir selam vermeye bile cesaretim yoktu, yüreğim ağzımda atıyordu. En son cenazeyi taşırken gördüm seni gülümsedim, sen de bana. Biliyor musun, farkında olduğunu biliyorum… Ama sana gelirken bir türlü cesaretimi toplayamıyorum…

Tüm gün içimdeki sırrı seninle paylaşamamış olmanın sıkıntısını yaşadım. Yanına gelip iki kelime konuşmadığım için hayıflandım. Belki geçici, belki uzun soluklu ve heyecan verici, bilmiyorum. Sadece seninle nefeslerimiz birbirine karışsın istiyorum…

Şimdilik, ama sadece şimdilik bekliyorum…

28 Ocak 2011

Hayırlı olsun demek yok mu?



Ben ‘şartlar’ oluşmadan eyleme geçmeyenlerdenim. Yani şu korkaklardan. Aklımda uzun süredir bir düşünce vardı mesela, hayata geçirmek için odamı düzene koymam gerektiğine inandım. İhtiyacım olan bir kitaplık ve bir çalışma masası idi. Evde yok muydu çalışma masası, vardı ama odam küçüktü ve benim daha küçük bir masa almam gerekiyordu.



Bir süre internette bakındıktan sonra karar verdim ve Koçtaş’a gidip aldım kitaplığımla çalışma masamı. Kurulduğu gün çok eğlenceliydi, çok keyifliydim. Evimizin her Pazar misafiri olan arkadaşım da yanımdaydı nitekim, güle eğlene kitapların yarısını dizdik kitaplığa.



Uzun süredir ‘hayırlı olsun’ dileklerini almak için bloğa fotoğraflarını yüklemek istiyordum ama işlerin yoğunluğundan fotoğraf çekememiştim. Aslında bir iki kitabın gelmesini bekliyordum, onlar da geldi, zaten fotoğraflarımı çektim. Har ve Tol. Geldikleri günden beri, deli gibi kokluyorum onları. Eh tabi kitaplığıma okumaktan büyük zevk aldığım ve okumadığım kitaplarını okumak için satın aldığım Ahmet Ümit’lerimi de dizdim. Oh ohh pek bir sevinçliyim.



Çalışma masamın sadece altının fotoğrafını çektim, üstü pek bir dağınıktı toplamaya üşendim. Onu da yakında size gösteririm. Kitaplığım küçük ama olsun, anca sığdı zaten odaya. Benim niyetim ondan iki tane almak yan yana koymaktı ama odamın ne kadar ufak olduğunu unutmuştum. Arkadaşım sağolsun yanımdaydı da çimdikleyip rüyamdan uyandırdı beni.



Neyse efendim, kitaplarımın bir kısmı gün yüzüne çıktığı için mutluyum. Artık o odada bişiler de yapabilirim. Sadece uyumakla kaldığım odam artık bir şeyler üretebileceğim bir mekana dönüştü. Ufak tefek ekler de olacak. Onları da tamamladım mı işlem tamamdır.

Eeeee hani, bir ‘hayırlı olsun’ yok mu?

22 Ocak 2011

Murat Uyurkulak ve ben...



Bazen size de olur mu? Tanımadığınız bir adam, sizde hem yıllardır tanıyormuşsunuz hem de çok şey paylaşmışsınız hissi uyandırır mı? Bende oluyor. Az önce de oldu. Gazetede röportajını okuduğun ve ‘Tol’ adlı romanın yazarı Murat Uyurkulak bende inanılmaz bir his uyandırdı. Neden bilmiyorum, nasıl oldu bilmiyorum ama o kadar tanıdık geldi ki fotoğrafını görünce boynuna sarılmak istedim, gazeteye çıkmış olması, röportaj vermiş olması beni çok gururlandırdı.

Tol ve Har diye iki kitap yazmış, üçüncüsü de yoldaymış. Tol’u hep görürdüm de almazdım, zamanı değilmiş demek ki. Az önce İdefix’ten siparişimi verdim, Tol ile Har’ı. Gelir gelmez okuyacağım.

Bir de garip bir şekilde onunla tanışmak da istiyorum. Bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum niye. Yok yok suretine aşık olmadım. Ama sebebini bilmiyorum… İstanbul’un yüzü eskimiş bir sokağında, birer bardak çayla dünyayı kurtaran uzun bir sohbet etmek istiyorum. Evet evet bunu istiyorum. Ve yine, yine yine yine bu şehirde yaşadığım için lanetler okuyorum…

Ve şimdi, neden böyle hissettiğimi çözmeye çalışıyorum…

19 Ocak 2011

İşte ben böyle haller içindey(di)m...

Döndüğümden beri, evet döndüm ondan bile haberiniz yok, bir şey yazmadığımın farkındayım. (Kendimi mühim birisi gibi hissettim, ya da hissettirdim). Aradan uzun zaman geçince insan ne yazacağını bilemiyor haliyle. Eh benim de bugün olmaz işim var, yarınb yazarım, ah karnım, ah bacağım ağırıyor diye sıraladığım bahaneler silsilesi araya girince, epey epey bir zaman girdi araya. Biz geçenb zamanı telafi etmek, şimdiki zamana ışık tutmak açısından kısa kısa geçelim…

İstanbul. Ah şeh-ri aşk. Ah Aşk-ı İstanbul (Bunlar uydurmadır kanmayın).

Dinlenerek döndüm, kafamda birkaç soru işareti vardı yıllardır beni kurcalayan onları çözdüm de geldim. Arkadaşlarımla birlikte olmak beni inanılmaz motive etti. Gitmişken bir de bebek haberi aldım ki evlere şenlik, tam bir sürpriz. Tatile çıkarken ‘dostlarımı göreceğim, dilediğimce gezeceğim’ demiştim, yaptım. Dönünce unuttuklarım aklıma geldi, yetişemediklerim varmış. Neyse, bir dahaki sefere diyerek kendimi avuttum…

Sonra sonra Antalya…

Geldiğimin ilk günü ilçe ilçe gezmeye başladım. Sürpriz, o gece de ben nöbetçiydim. Anlamadığım bir alan üzerine, futbol, kokteyle katılmak zorunda kaldım. Gece bilmem kaçta bitti iş ve ben sigara i,le içli dışlı oldum. Ve hastalığımın ilk meyvelerini de orda almış bulundum.

Ve yataktayım…

Hafta çok yoğun geçti. en son Mehmet Ali şahin buradaydı, o gece evdekilerle tartıştığım için bağıra çağıra sesim gitti. Sabahında ise üzerimdeki yorganı bırakın, kolumu kaldıramıyor, gözlerimi kıpırdatamıyordum. Tamam, ben bu kış yakamı hastalıktan kurtaramadım doğru ama bu seferki çok farklıydı. En son önceki gün popomdan iğne yedim de ayaklanabildim. Şimdi ilaç kullanıyorum, ama onlar da miğdemi ele geçirdi resmen. Kusmakla kusmamak arasında gidip geliyorum. Eh ara sıra devam eden baş dönmelerim de cabası tabi…


Durun durun daha bitirmedim…

Yine birisine askıntı oldum. Yok yok diğerinden vazgeçmiş değilim. Ama bir tane daha olsun…Tamam bana siz de Adile Naşit yakıştırmasında bulunacaksınız biliyorum ama olsun. Bir elektrikçi buldum, yağız bir delikanlı. Şimdi oturmuş elektrikçinin beni aramasını bekliyorum. Evet numaram onda var, onun numarası da bende. Neden mi? Haber için istedi, ben de hevesli bir hal takınarak verdim…

Kilolarım mı?

Sahi size haber vermiyorum değil mi, en son geçen hafta tartıldım, 6.5 kilo kaybım oldu toplamda. Tatilin son günlerinde ipin ucunu tatlıyla kaçırmış olduğum için tatilde sadece 600 gram verebilmiştim. Neyseki kısa sürede toparlayabildim. Doktorum verilen bu kilonun bile çok iyi olduğunu söyledi. Eh ben de mutlu oldum. Spor mu? Hala yapamıyorum. Eve bir spor aleti almaya karar verdim…