25 Aralık 2009

Kendi-me

Kalbim gerçekten artık taşıyamıyor bu yükü...

Her gün biraz daha ıslanıyor,

Her gün biraz daha ağırlaşıyor göz yaşlarımla...

Beni affet, kendimi kandıramıyorum...

15 Aralık 2009

Kırık dökük...


Duygularının yoğunlaştığı an, gitmekle kalmak arasında sıkıştığı an insan, derin bir nefes alıp başka şeyler düşününce fikirlerini tartıp ‘doğru’ kararı verebiliyor. Ama ben öyle yapanlardan değilim işte. Nefes almaya vaktim yokmuş gibi sonuca doğru hızla koşturuyorum. konuşmaya fırsat bulduğum vakit kesik kesik çıkıyor kelimeler ağzımdan ve susmakla susmamak arasında açılan dudaklarımdan yere döküyorum kelimeleri. Sonra onları toplayıp eline veriyorum sahibinin. İşte ben böyle bir hayatın böyle hikayelerin sahibiyim…

Pişman mıyım? Bilmiyorum. İtiraf ediyorum, bazen hüzünleniyorum. Kendimi nasıl hissettiğimi tarif edemeyeceğim haller içine giriyorum. Bazen kendime kızıyorum, bazen kendimi küçülmüş hissediyorum. Bilmiyorum işte, her defasında, her sonrasında garip haller içinde debelenirken buluyorum kendimi….

Şimdi zaman zaman monitörün altında duran taşa gözümü dikiyorum. Bazen elime alıp okşuyorum, içinden ‘o’ çıkacakmış gibi. Taşı bana verirken anlattığı hikayenin gerçek mi olduğunu hala bilmiyorum. Son görüşmemizde, ona dair güzel bir hatıra, benim için yapılmış güzel bir jesti hatırlamak adına ‘gerçek miydi hikaye’ diye sormuştum, evet demişti. Bana yaşatılan o gurur ile oyalanıyorum, öfkem artınca da taşı olduğu yere sahipsizmiş gibi bırakıyorum. Ama bir taraftan da hem ‘acaba’ diyorum. Yani biten her hikayenin ardından yinelediğim sözcükleri bir bir sıralıyorum..

Böyleyim işte, yani bir öyle bir böyle. Bu öfke patlamaları ile kaç aşk eskittim bilmiyorum. Ama bunlarla yaşamaya devam ediyorum. Söylediği gibi ‘daha iyisini’ buluncaya kadar pişmanlıklarımı, keşkelerimi, hüzünlerimi kendime hatırlatmaya devam ediyorum. Aslında, ben hikayelerden ders almayı bilmiyorum…