26 Ocak 2012

Twitlerim ve ben...



Uzun süredir twitter ve facebook gibi sosyal paylaşım sitelerine üye olup olmamak arasında gidip geliyordum. Geçenlerde Antalya'da bir haber twitter hesabından çıkınca ben de üye olayım dedim. Oldum da ama hala çözebilmiş değilim. Olsun, ben de twitterdan haber yapmaya başladım. İlk gün, yani dün iki istihbaratı twitterdan aldım. Bugün de bir başka haber yaptım. Sanırım medya değişiyor ve ben de artık buna ayak uyduruyorum...

19 Ocak 2012

Agos ve Karın Karakasli

Karin Karakaşlı: "Bu adaletsizlikle yaşamak hepimize haramdır!"

19 Ocak bir anma günü değil. Hiçbir zaman da olmadı. Zaten bu topraklarda ayrı ayrı yaşatılmış ne kadar acı varsa, hiçbirinin anma günü olmadı. Herkes acısının yaşatıldığı o tarih geldiğinde, kendince, bir başına kahroldu.

Sonra 23 Ocak günü geldi. Bundan beş yıl önceydi. ‘Türklüğü tahkir ve tezyif’ten mahkûm edilen, Türk düşmanı ilan edilen bir Ermeni gazetecinin cenazesi hepimizi buluşturdu. Çünkü Hrant Dink bu ülkenin bütün acılarının dermanına talipti. Onu güpegündüz, şimdi durduğumuz bu kalabalık Halaskargazi Caddesi üzerinde sırtından vurdular. Hepimizi de o cinayete görgü tanığı kıldılar.

O cenaze gününde 1915′i, Dersim’i, Maraş’ı, Çorum’u, tekmil faili meçhulleri, ihtilalleri, olağanüstü halleri, bitmek bilmez darbe girişimlerini buluşturduk. Kompartıman usulü ayrı ayrı yaşamamız buyrulmuş ne varsa, bir kıldık. Büyük oyunu onun birleştirici ruhuyla bozduk.

Onu bir kez de öldürmediler sevgili canlar. Önce Sabiha Gökçen haberi üzerine Genelkurmay’ın bildirisiyle öldürdüler. İstanbul valiliğinde MİT mensuplarınca tehdit edilirken öldürdüler. Hrant Dink’i, barış yolunu gösteren yazılarından cımbızladıkları, cümlelerle

Türk düşmanı” ilan ederek öldürdüler. Her yazıya, her söyleşiye nefes tüketir, kendini izaha mecbur hissederken öldürdüler. Agos’un önünde “Hrant Dink bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir” diye bağırırlarken öldürdüler. Mahkemeden mahkemeye koşturtur, bilirkişi raporuna rağmen ısrarla mahkûm ederken ve o mahkûmiyeti onaylamakta beis görmezken öldürdüler. Kendisi yetmezmiş gibi oğlunu ölümle tehdit ederken ve kimbilir daha ona, bizlere hiç söylemediği neler neler yaşatırken öldürdüler.

Gerisi de çorap söküğü gibi geldi. Silinen telefon görüşmeleri, karartılan deliller, gizlenen bilgiler, imha edilen raporlar, başlatılmayan ya da kapatılan soruşturmalar, zamanaşımından aklanan istihbarat memurları birbirini izledi.

Başta Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz olmak üzere Ergenekon sanığı pekçok ismin daha Hrant Dink sağken, mengeneye dönüşen yargı süreci ve linç kampanyalarını hazırladıkları biliniyordu. Derken Kafes eylem planı da ortaya çıktı. Gel gör ki, bu davanın Ergenekon ile bağlantısı bir türlü kurulamadı.

Dört yanımızdan yalanlarla sardılar sarmaladılar bizi. Tam beş yıldır böyle bu. En sonunda iki kişi verdiler elimize. Bununla yetinin dediler. Yeter de artar hepinize.

Ortada zaten silahlı terör örgütü olmadığına göre onun yöneticisi ve üyeleri de yok. Ve beraat eden Erhan Tuncel’in hemen o akşam tahliyesi öyle büyük bir aciliyet ki, telaşta bir sanıkla ilgili hüküm kurmayı unutmuşlar. Tuncel şimdi ilim irfana adanmak üzere taze bir üniversite adayı. Böyle gözümüze baka baka, yangından mal kaçırır gibi verdiler bu kararı. Müdanaasızlığı da onun arkasındaki devasa korkuyu da gördük. Devlet çıplak dedik. Devlet çıplak.

İyelik eki kolay kullanılmıyor. Burası benim ülkem de bu devlete benim devletim diyebilir miyim? Cumhurbaşkanım, Başbakanım, Bakanlarım, Hükümetim, Muhalefetim, Meclisim… Böyle diyebilmek için tek bir seçeneğim var. Bu kepazeliğe bir son verin artık. Yargıtay, cinayete giden süreçteki rolüne inat, bir kez de adalet adına temyiz mekânı olsun. Bunları yapmak borçtur, yükümlülüktür, şarttır. Çünkü bize yaşatılan ‘ayıptır, zulümdür, günahtır.’

Hrant Dink’i hepimiz kaybettik ama biz Ermeniler için onun kaybı takdir edersiniz ki başka bir yoksunluk. 1915′te Anadolu’da kafilelerce insan aç-susuz çölün ortasına sürülmeden önce bir Nisan günüyle 250′ye yakın Ermeni aydın Haydarpaşa Garı’ndan trenlere konup Ayaş’a sürgüne gitti. İçlerinden sadece birkaçı geri dönebildi.

Anlayacağınız önce sesimizi aldılar elimizden. Bu insanlar Osmanlı Meclisinde mebustu, yazardı, gazeteciydi, çevirmendi, doktordu, avukattı. Ermeni halkına hizmet kadar Osmanlılığa inanır, Meşrutiyet sonrası bayram geleceğini sanırdı. Öyle olmadı.

Bugün burada içlerinden birkaçının adını anacağım. İsmi çağrılan duyar, gelir, ‘Burada’ der: Rupen Sevag, Siamanto, Taniel Varujan, Diran Kelekyan, Yerukhan, Rupen Zartaryan, Hampartsum Boyacıyan, Sımpad Pürad, Khyan Parsekhyan, Krikor Zohrab… Hrant Dink bu aydınların son halkasıdır. O yüzden de 2007, 1915′e geri ışınladı hepimizi. Demek hâlâ hakkıyla Ermeni ve bir o kadar da yurtsever olan bir insanı öldürmek bu kadar kolaydı. Bu kadar mübahtı.

Tarihi inkâr ede ede geldik bu noktaya dayandık. Şu kaldırıma dikilen taş, Hrant Dink kadar diğer bütün susturulmuş aydınların ve isimsiz mezarsız kurbanların da simgesi olsun.

Bu son kararla birlikte şimdi bir kez daha 19 Ocak 2007 cinayet günündeyiz. Hrant Dink operasyonlarla daraldığımız, komplolarla bunaldığımız bugünlerde özellikle yanyana görmek isterdi hepimizi. Anlaşılan o ki koca bir devlet böyle bir Ermeni vatandaşının yaşamıyla da ölümüyle de ne yapacağını bilemedi. Şimdi biz ona öğreteceğiz hep birlikte demek ki.

Dosya kapandı diyorlar bize. Kapandı mı bu dosya? Hrant Dink dosya değil ki kapatasın, o bir yara… Artık köprüden önceki son çıkıştayız. Oradan hakkıyla geçmeden tamamlanacak ödeşme, kurulacak düş, inanılacak adalet, yaşanacak memleket yok. Öbür türlüsü sadece yalan olur ve bir gün başımıza yıkılır. Altında kalırız hep birlikte.

O yüzden gün, sadece söz söylemek değil söz vermek zamanı.

Söz verelim mi birbirimize? Bu dava daha bitmedi.

Söz verelim mi birbirimize? İnsanlık daha ölmedi.

Söz verelim mi birbirimize? Devlet daha hesabını vermedi.

Sözümüz söz olsun. Bu adaletsizlikle yaşamak hepimize haramdır. Aksi için uğraşan hepimize helal olsun.

(Yekta Kopan'in blogundan alintidir)

Yorumsuz...

Son birkaç gündür, internet sitelerinde Hrant Dink aleyhine içi boş ve bel altı ahlaksız yorumları okuyorum. Yüzüm kızarıyor, utanıyorum. Hayır küfürlerden değil,ben de küfür eden birisiyim. İnsanların nasıl bu kadar cahil olduklarını şaşırarak izliyorum. Ailesi için üzülüyorum….

Demiş ya ‘güvercin tedirginliği yaşıyorum’ diye sevgili Hrant, bir video açıp bakın. Nasıl ürkek, nasıl derdini anlatma çabasında, nasıl samimi, nasıl ‘insan’. Hatta o yorumları yapan, o küfürleri edenlerden daha bir ‘insan’… Buradan onlara sesleniyorum. ‘Siz tanrıya inanıyordunuz değil mi?’ Öyle yazmışsınız yorumlarınızda. O zaman öbür dünyada iki eli yakanızda olacak bir insanı ölüme götürdüğünüz için. Yoksa sizin doğrunuz değil miydi ‘Allah’ın verdiği canı Allah alır’ sözü. Ben mi yanılıyorum söyleyin…

18 Ocak 2012

Durdurun!..



Bugün Sabah Gazetesi’nde okuduğum haber kanımı dondurdu. Oysa çok aşinaydım ben bu haberlere. Kadın cinayetlerine, kadın şiddetine, kadının ötekileştirilmesine, güçsüzleştirilmesine…

Her gün gazetelerden aşinaydı gözüm öldürülmüş kadınların opaklarına, kulağım aşinaydı kadın çığlıklarına. Ama bu sefer farklı bir ayrıntı vardı haberde. Henüz 16’ındayken, henüz 15’inde olan ‘erkek’ kardeşi tarafından ‘Hayır seni öldürmeyeceğim. Seni bu hale getireni öldüreceğim. Konuşmamız gerek’ sözüne inanmıştı bu sefer ‘kadın’. Sevdiği erkeğe kaçmıştı. Babası başlık parası isteyince, sevdiği erkeğin ailesi parayı çok bulup kızı karnında bebeği ile ailesine teslim etmişti. Eve kapatılmış, aile bireylerinin aldığı karar neticesinde evin tek oğlu olan 15 yaşındaki erkek kardeşi tarafından tam 21 yerinden bıçaklanarak öldürülmüştü. 21’inci yaşını görmen en sevdiği kardeşinden 21 darbe yemişti. 21 darbe sonrası yere yığılmıştı….

Sonrası ise kızıl bir karanlık…

Bundan sonra ne erkek kardeşine ‘öldürme gücünü’ veren ezberi bileceğiz, ne de 16’sındaki küçük kızın bıçak darbelerini yerken kardeşinin gözüne nasıl baktığını, neler söylediğini bileceğiz…

Çünkü artık Zelal yok… Belki sürekli tekrarlanan bir söz ama bundan sonra ‘Zelal’in yaşadıklarını birebir yaşayan, isimleri farklı, yaşları farklı kadınların hikayesini okuyacağız, duyacağız. Basın gözümüzün içine soka soka ‘acıklı’ haberleri yayınlayacak. Ah vah edeceğiz. O gün çıkan ‘cinayeti’ okuyup ağzımızın suyu aka aka ertesi günkü ‘acıklı hayat hikayesi’ni bekleyeceğiz. Kim bilir belki de şehirde yaşadığımız için ‘şükredecek’, sevineceğiz….

İçimizden birileri çıkıp kadın haklarına, kadının ötekileştirilmesine, kadın cinayetlerine karşı örgütlenecek. Onları içini boş bir harfler yığınıymış gibi ‘feminist’ ilan edeceğiz. Çirkin diyeceğiz kadınlara, ‘koca bulamamışlar’ ondan çıkıp sokaklara bağırıyorlar… Sonra bir kere daha şükredeceğiz ‘feminist’ olmadığımız, güzel olduğumuz, sorunsuz bir hayat yaşadığımız, koca bulduğumuz için. Ya da oturduğumuz yerden okuyup haberleri ‘ah vah’ edeceğiz, ertesi gün unutmak şartıyla…

Hayat bizler için devam ederken birileri çıkıp ‘Zelal’ gibi cinayete kurban gitmiş, törenin 21 bıçak darbesi ile öldürülmüş kadınların hikayesini yazacak. Ya alıp ‘acıklı’ bir roman gibi okuyacağız, ya da okuyup ders alacağız…

Evet bu gün, Sabah Gazetesi’ndeki haberi okurken kanım dondu. Emeli öğretmen Nuran İbiş’in ‘Zelal’in hikayesini’ yazdığını öğrenince gözlerim yaşardı. Hala yaşarıyor ya bakmayın. Çocukluğunu geçirdiği ilçede ‘etek’ giyinmeye zorlanan ben, kadının yok sayıldığı bir ilçede ‘korkarak’ büyüyen ben, kadınların ‘hiç’ olduğu bir yerde ‘erkek’ baskısına maruz kalan ben Zelal’de kendimi buldum. Öldürülen kadınlarda kendimi buldum. Yaşadıkları sıkıntıları ‘ben yaşıyormuşum’ gibi hissettim. Pek, çok mu aktifim, hayır değilim. Yukarıya yazdıklarım bir nevi kendi özeleştirim. Bakın ne diyeceğim, alın Nuran İbiş’in ‘Durdurun!’ adlı kitabını okuyun. Sonra bir kere daha oturup hep birlikte düşünelim…

17 Ocak 2012

Bugün 'Daha ne istiyorsunuz?' deme günü değildir...



Bugün 19 Ocak 2007’de İstanbul’da işlenen cinayetin duruşması sona erdi.

Bugün İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin davada tutuklu olarak yargılanan Yasin Hayal’i ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırdı. Erhan Tuncel’in ise tahliyesine karar verdi. Tuncel, Hrant Dink davasından değil ama Mc Donald’s’ın bombalanması eylemiyle ilgili 10 yıl 6 ay hapis cezası aldı.

Bugün mahkeme çıkışı Hrant Dink’in avukatı Fethiye Çetin, ‘Bu kadarını beklemiyorduk!’ diye tepki gösterdi.

Bugün Hrant Dink’in katili Yasin Hayal’in babası mahkeme çıkışı ‘Sarkozy savcı, Sarkisyan hakim olsaydı bu kadar ceza vermezlerdi’ diyerek birilerinin ‘faşist’ cümlelerini tekrarladı.

Bugün, birisi Yasin Hayal’e verilen ceza sonrası eleştiride bulunan Hrant Dink ve ailesine “Daha ne istiyorsunuz?” diye sordu.

Bugün benim canım bir kere daha yandı. Öfkem taştı. Kabıma sığamaz oldum…

Affınıza sığınıyorum, 2007 yılından beri tekrarladığım cümleleri bir kere daha yinelemek istiyorum…



2007’de ben de oradaydım.

Soğuğa rağmen yüzbinlerce insanla birlikte ‘Hepimiz Hrant Dink’iz’ diye bağırdım. Hepimizin bir gün sokak ortasında, ‘ötekilere’ yaşam hakkı tanımayan birileri tarafından öldürüleceğimiz gerçeğini gözeterek haykırdım. O gün orada, hiçbir suçu yokken, medyanın da hain saldırısı ile ölüme yavaş yavaş ama sezdirilerek götürülen Hrant Dink’in yanında olduğum için haykırdım. O gün orada hiç tanımadığım, elini sıkamadığım, boynuna sarılamadığım, yüzünü göremediğim, gözyaşlarına dokunamadığım adamın yok oluşuna ağladım, haykırdım, öfkelendim….

Sonra ne oldu?

Birileri ‘Mehmetçikler teröristler tarafından öldürüldüğü zaman niye çıkıp niye bağırmıyorsunuz’ denilerek orada bulunan güruh ötekileştirildi. Hatta, yok abartmıyorum, vatan haini ilan edildi. Oysa orada o gün ‘bile bile’, milletin gözüne sokula sokula Hrant Dink öldürüldü. Hrant Dink’in öldürülmesini de medya ‘mehmetçik’ ile bağdaştırıp unutturmak istedi, o medya Hrant’ın arkadaşlarını Türkiye’ye ‘vatan haini’ belletti …

Oysa oraya gelenler ‘Hrant Dink’ terörüne olduğu kadar, 80’lerden sonra Türkiye’de başlayan teröre de lanet yağdıran insanlardı. O gün oraya gelenler Türkiye’nin dış basındaki yüz akıydı, Türkiye’yi dışarıya karşı aklayan, Hrant Dink ailesine herkes adına özür dileyen insanlardı. O gün oraya gelen insanlar ‘Hrant’ gibi insanların öldürülmesine ağlayan insanlardı. O gün oraya gelenler aslında yaşam hakkına vurgu yapan insanlardı...



Bugün…

Bugün verilen cezayla ilgili ‘daha ne istiyorsunuz’ deme günü değil. Bugün, birileri tarafından yönlendirilerek, birileri tarafından doldurularak öldürülebilecek insanlara karşı, hepimiz bir gün birileri için ‘öteki’ olabiliriz gerçeğini gözeterek birlik olmak günü. Bugün belki geç ama Hrant Dink’in ailesine ‘özür dileme’ günü. Bugün Hrant Dink’in ‘Kendi kimliğini ötekinin varlığına göre konumlandırmak hastalıktır. Kimliğini yaşatman için sana bir düşman gerekiyorsa, senin kimliğin hastalıklıdır’ sözünü utanarak okuma günü. Bugün başka ‘Hrant Dink’ler öldürülmesin diye yalanla, şiddetle, faşizmle, ötekileştirmeyle mücadele etme günü…

* Birileri tarafından bu yazım farklı algılanacak. Birileri tarafından ‘vatan haini’ diye adlandırılacağım. Umurumda değil. Ama bu kişilerden tek bir şey istiyorum. Canım acıyor. Ne olur okuyun. Ne olur Hrant Dink’in yazılarını okuyun. ‘Yalancı Medya’nın sizi yönlendirmesine izin vermeyin. Medyaya gözü kapalı inanmayın. Tek bir yayın organına bağlı kalarak gündemi takip etmeyin. Araştırın, gözlemleyin, izleyin, tartın, biçin ve karar verin. Eminim sonrasında ‘bu adamı neden öldürdüler?’ diye soracaksınız ve işin iç yüzünü anlayacaksınız.

13 Ocak 2012

Ne istiyorum?..

Bugünler biraz karışık… İçimden bir şey yapmak gelmiyor. Kitap okumak bile. Şu size ballandıra ballandıra anlattığım kitaplar var ya, hepsini neredeyse yokladım. İlk cümlelerini okuduktan sonra rafa kaldırdım. Niye? Bilmiyorum….

Cildim uzun zamandır sıkıntılıydı, geçenlerde bir eczaneye girdim. Güzellik uzmanını görünce yakasına yapıştım. Analizdi bilmem neydi derken bana birkaç ürün verdi. Şimdi onları kullanıyorum. Uzun zamandır tek bir ürün kullanmak niyetindeydim. Belki psikolojik ama kendimi çok iyi hissediyorum. Bu arada cildim olması gerekenden de yaşlı çıktı…

İşler derseniz pek yolunda gitmiyor. Yeni planlarım var. Sağlam adım atmak istiyorum. Sevdiklerim aklımı çeliyor. Birkaç yere fikir danışıyorum. Geleceğimi kendi ellerimle mahvetmek istemiyorum. Benim için bir gelecek var mı iş dünyasında onu bile bilmiyorum…

Karamsar bir yazı oluyor sabah sabah farkındayım. Yakında 12 günlük bir tatile çıkacağım. Safranbolu, Ankara, Bursa, İstanbul’u ziyaret edeceğim. Yanımda en sevdiğim insanla birlikte. Belki bana iyi gelecek, belki daha sağlıklı karar alabileceğim. Öyle olmasını umuyorum…

Şöyle arkama yaslanıp bakıyorum da geçmişime, ne hayal ettiysem gerçekleştirmişim. Eski inancımı ve azmimi geri kazanmak istiyorum. Yeni bir adım atıp, yılmadan, vazgeçmeden, ısrarla o işin üzerine yüklenmek istiyorum. Acaba gerçekten istiyor muyum?

06 Ocak 2012

Aslında hepimiz "Hrant Dink'iz"




Ölüm,

Kazma kürek sesi

Bir de kuru toprak kokusu.

Arapça bir melodi,

Anaç bir ağıt

Ve sessizlik...


İnsan tanımadığı bir insanın ölümüne ağlar mı? Tanımadığı bir adamı sever mi? Ona sarılıp ‘bakma sen bunlara her şey düzelecek’ demek ister mi? Yıllar sonra keşkeler dizi olup dökülürken ağzından, demez mi ‘arasaydım’ diye, yalnızlaştırılmaya çalışıldığında ‘ben de buradayım’ deseydim, ‘yanındayım Hrant Abi’ diye…

Benim Hrant Dink ile tanışıklığım 2006 yılına, ‘Türklüğe hakaret’ suçlaması ile yargılandığı o günlere denk gelir. Radikal Gazetesi yazarı Yıldırım Türker’in köşe yazısında atıfta bulunduğu “Kendi kimliğini ötekinin varlığına göre konumlandırmak hastalıktır. Kimliğini yaşatman için sana bir düşman gerekiyorsa, senin kimliğin hastalıklıdır” sözü ile vurulmuşumdur ben Hrant Dink’e. Birkaç defa da Agos edinip okumuşluğum vardır o kadar.

Sonrası yok. Öldürülene kadar sonrası yok…..

19 Ocak 2007’de hayallerimin kenti İstanbul’da hayallerim sönmüştü. Havaalanında aldım kötü haberi, içim yandı. Nasıl olur dedim. Rakel gibi, Ararat gibi, Delal gibi, Sera gibi inanamamıştım öldüğüne. Sonra sayısını bilmediğim kadar insanla birlikte cenazesinde, sanki onu geri getirecekmiş gibi “Hepimiz Hrant Dink’iz” dövizleri taşıyıp bağırmıştım, sonradan “Hepimiz Mehmetçiğiz” diye bağıranların ‘saldırılarına’ inat. Cenaze sonrası da, tıpkı “Türklüğe hakaret” suçlaması ile açılan o davalar silsilesi gibi yalnızlaştırılıyordu Hrant, hem de artık bu dünyada yokken. Birileri basın yolu ile tetikliyordu, birileri söylenenleri tıpkı o davaların açılma sebebi gibi tersinden anlıyordu. Oysa Hrant evimizin çocuğu, babası, amcası, dayısı, arkadaşı gibiydi….

Tuba Çandar’ın “Hrant” adlı kitabını yeni bitirdim. Yazı biraz gecikti. Ne yazacağımı da bilmiyorum, paramparça yüreğim. Bildiklerimi bir kere daha okuduktan sonra ‘keşkeleri’ sıraladım ardı arkasına. İstanbul’dayken neden gidip kapısını çalmadım ki tanışmak için, yüreğine ortak olmak için, sarılıp ağlamak için diye…

Davasını, ona yapılan saldırıları, yargının nasıl ‘eli kolu bağlı’ baktığını, sonra nasıl göz göre göre öldürüldüğünü… Okurken hepsini bir kere daha yaşadım, bir kere daha öldüm, bir kere daha öldürdüler sanki Hrant Dink’i….

Hep söylerim ailesinin yerinde olmak istemezdim diye. İnsan kabullenemiyor Türkiye’yi bu kadar çok seven bir dostun şimdi olmadığını, öldürüldüğünü. Aslında biliyor musunuz, hepimiz el birliği ile öldürdük Hrant’ı. Basında çıkan haberleri görünce, içim acıdı bir kere daha… Ne diyeyim.

Şimdi şu karmaşık yazıyı kaleme alırken bile duygularım beni engelliyor. Yazamıyorum. Düzgün cümleleri kuramıyorum. Ama biraz olsun eğer Hrant Dink’e karşı ‘acaba’nız varsa, alıp okuyun Tuba Çandar’ın kitabını. Acıya ortak olum, direnişe ortak olun. Ya da ne bileyim, sırf okudum demek için okuyun, ama okuyun…