25 Aralık 2010

Veee az sonraaaa

Az kaldı, yaklaşık 5 saat 15 dakika sonra uçağa binmiş olacağım. Koşturma ile geçen günlerin acısını çıkaracağım, emin olabilirsiniz...

Yanımda fotoğraf makinamı götürmeyeceğim, evet ben kötü bir gazeteciyim, ama ne yapayım, ben gezmeye gidiyorum. Şeytan içime girmediği sürece yani...

Bu arada bugün kontrole gittim. Yaşım 30'a düşmüş, kilom ise daha bir ayın dolmasına iki gün kala 4.8 kilo eksilmiş bulunmaktadır. Yağlarımdan da giden gitmiş. Off offf süperim...Doktorla İstanbul programımı konuştuk. Acıklı bir konuşmaydı, hele yılbaşı programı, off off sormayın gitsin. Alkol amma kilo aldırıyormuşi insana, bunu öğrendim...

Neyse, benim toparlanmam lazım. hadi sizi iyi tatiller, tabi bana da:)

21 Aralık 2010

Sonuç güzel..

Çok yorgunum, tatil öncesi hastalık peyda olmaya başladı sanırım bende. Neyse, kısa keseceğim, bugün doktor randevum gayet güzeldi. 1.6 kilo vermişim. Tani toplam kaybım 4.4 kilo oldu. Mutluyum evet, ama spor yapamıyorum hala. Gün boyu yaptığın yürüyüşler ne diye sormayın, benim sabah kalkıp tempolü yürümem lazım lazım lazım, çok şey yapmam lazım ama hasta olmama da lazım. Oyy oyy ömrüm...

20 Aralık 2010

Ah kamu vah kamu ben neymişim ben...

Eefendim, bir süre önce kamuya mal olan kilolarımla ilgili yazıyı şurada sizlerle paylaşmıştım. Zaten sonrasında da hemen diyete başlamıştım. Bunun meyvelerini aldığımı ifade etmek için bu yazıyı kaleme alıyorum.

Bugün bir haber için Akdeniz Üniversitesi'ndeydim. Haber için rektörden demeç alacaktık. Karşısına geçtik ve rektör hocam bana dönüp "Sen kilo vermişsin, iyi olmuş" dedi. Suratımdaki sırıtık ifade uzun süre gitmedi.

Bu kadar. Evet bu kadar. Arkası yarın ama:)

18 Aralık 2010

Tatile 7 kala

Tatile çıkacağımı öğrendiğim ve biletimi aldığım günden beri içim içime sığmıyor. Hafta sonu eve iş götürüp, hafta içi yapacağım haberleri evde düzenlemeyi bile göze almışım, düşünün artık. Tek ve tek olan Pazar günü evde ‘ders’ çalışacağım.. Olsun, işin ucunda tamı tamına 10 günlük bir tatil var. Varsın bir Pazar dolu geçsin, ben önümüzdeki maçlara bakacağım.

Aslında Pazartesi gününden itibaren hafta pek bir şenlikli geçecek. Neden mi? Şöyle ki, ben yokken yayınlanacak olan ve bana ait olan birkaç sayfanın hazırlığını yapıp gitmem gerekecek. 3+3 eşittir 6. Tam 6 sayfa hazırlığı yapacağım bu hafta içinde. O arada bir Manavgat’a gideceğim, orada bir sayfa için cebelleşeceğim. Bu günümün tamamının orada geçmesi demek tabi.

Olsun, yine de olsun. Ben bu hafta çok ama çok çalışmaya razıyım. Yeter ki Cumartesi akşamı uçağım saatinde uçsun ve ben sağlam bir şekilde İstanbul’a inebileyim. Hiç sorun değil yani. Yok valla kendimi kandırmıyorum, sadece orada geçireceğim telefonsuz –yok telefonum açık olacak ama sorunlara kapatacağım kendimi- mutlu, sessiz, kalabalık, (tamam ikisi birbirine tezat ama ben böyle mutluyum), gezinti günlerin hayalini kuruyorum ve havalara uçuyorum.

Bana görgüsüz diyebilrisiniz ama Antalya’ya döndüğü mgünden beri haber takipleri dışında Antalya2nın dışına çıkmadığımı belirtmek isterim. Dolayısı ile nefes alabileceğüim bir alana kavuşacak olmanın sevincini yaşıyor ve bunu her yerde kırk milyon kere yineliyorum. Aşık olduğumu bile unutmuş durumdayım, o derece yani. Eh tabi gönül istiyor, O da gelsin İstanbul’a, falan filan ama nerdeee. Neyse bu konuya girmneyeceğim, henüz kendime bile yüzleşemediğim durumlar mevcut zira.

Tamam tamam burada kesiyorum, uzatmayacağım. Bu arada ben İstanbul’a gitmiş ve kalmış birisiyim amma velakin tadını çıkaramamışım. Akıl sağlığım hala yerinde iken kendimi doyurmak istiyorum. Önerebileceğiniz yerler var mı? Ben birkaç müze ve olmazsa olmaz Modern Sanatlar Müzesi’ne kesin gideceğim. Alacağım birkaç takı var da oradan. Ama sizin de önerilerinizi bekliyorum efendim…

Not: Doktor randevumu merak edenleriniz olabilir. Biliyorum, içinizde benim diyetimi takip edenler var:) Onlara diyeceğim şu ki, doktorum İstanbul’da olduğu için randevum Salı günü gerçekleşecek. Salı günü güzel haberler vereceğim kendime:)

14 Aralık 2010

Mutluluğun başlığı ne olur ki?

Bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum.

Bildiğim tek şey, ayın 25'inde bir Cumartesi akşamı yani, uçağa binip İstanbul'a gidecek oluşum. Suratımdaki gülümseme ve kalp atışlarım kendini yani mutluluğumu ele veriyor.

Sekiz gün, ama ona eklenen hafta sonu tatilleri ve yılbaşı tatili ile tamı tamına 12 gün ediyor. 12 koskoca gün ve ben bu 12 günün tek gününü bile boş harcamayacağım. Şimdiden eldivenlerimi aldım, kazaklar, montlar, botlar, evet hazırım. İstanbul'un soğuğuna hazırlıklıyım. Offf, heyecanlıyım işte. Uçak biletini alana kadar bile kırk kişiye sordum, nereden alayım, hangisine bineyim diye. Anadolu yakasında inmeye ve düğününe gidemediğim çocukluk arkadaşıma uğramaya karar verdim önce.

Ordan Ankara'ya da gideceğim sanırım. Yakın bir arkadaşımın bebişi oldu, onu ısırmam gerek. Biletimi gidiş dönüş aldım, İstanbul'dan gitmek için ama bakalım. Nasıl yapacağız? Bir yolunu buluruz.

Mutluyum ya, mutluyum gerçekten. Tatile çıkacağım. Sorunsuz tam 12 gün geçireceğim... laylaylom diyesim var dürekli. Neyse, sahi ben bu yazıya başlık bulamadım. Hakikaten, mutluluğun başlığı ne olur ki?

11 Aralık 2010

İşte bu!!!!

Evveeetttt, geldik bir Cumartesi gününün daha başına. Biliyorsunuz Cumartesi günleri benim doktorla randevum var. Bugün de vardı dolayısı ile.

Ne mi oldu? Dinleyin, ya da okuyun işte…

Sabah kalktım, duşumu aldım, bayramlıklarımı giyinip kahvaltımı da hüplettikten sonra yollara koyuldum. Hava soğuktu, kar havası vardı ama Antalya kara hiç alışkın olmadığı için heveslenmedim. Gelen otobüse binip hastaneye koyuldum.

Hastaneye girdim, bir 15 dakika kadar doktorumun gelmesini bekledim. Geldi, günaydınlaştık, odasına geçtim. Sadece doktorların odasında olan o ‘çok amaçlı’ tartıya çıktım, doktor şaşırdı, hareket ettin bir daha çık istersen dedi. Evet evet doğruydu, 1.5 kilo daha vermiştim. Dans ede ede tartının üstünden indim ve evet ben dans etmeyi aslında bilmezdim.

Bir de zılgıt yedim, listemdeki ‘aktiviteler’ kısmına yazılan ‘yok’lar için ‘Söz bu sefer başlayacağım’ dedim, sabah erkenden kalkıp spor yapmam gerek. Hadi bakalım…

09 Aralık 2010

Koca Osman gibiyim bugünlerde...

(Yaşar Kemal, İnce Memed romanında);

Dağdan inen İnce Memed, bir gece Vayvay Köyü’nde yaşayan Koca Osman’ın evine sığınır. ‘Şahinim’ diye seslendiği İnce Memed’i karşısında görünce kanatlarının altına alan Koca Osman, köyün topraklarına sahip olmaya çalışan Ali Safa Bey’e karşı köylüleri yüreklendirmek için İnce Memed’in yanlarında olduğunu söylemek isterken, bir taraftan da köylülerin İnce Memed’e sahip çıkmayacakları, onu hükümete teslim edeceklerin korkusunu yaşar. Köylüye konuşup konuşmamak arasında gidip gelen Koca Osman, İnce Memed evlerine geldiği günün sabahında bayramlık giyitlerini giyinir, beline silahını takarak köy meydanında kasıla kasıla akşama kadar cigarasını tüttüre tüttüre yürür. Koca Osman’da bir haller olduğunu anlayan Vayvay köylüleri ise İnce Memed köyü terk ettikten sonra öğrenirler ‘Şahin’in köyde olduğunu…

Şimdi ben;

Koca Osman gibiyim. Bayramlık giysilerimi giyinmişim, etrafta deli divane dolaşıyorum. İçime yerleşen o ‘şey’i düşünüp düşünüp gülümsüyorum. Bana bakanlar bir şeyler olduğunu anlıyor. Söyleyemiyorum. Hal böyle olunca, içimdeki o şeyi dağıtmak istiyorum.

Ve ben sustukça;

İçimdeki o şey büyüyor. Dağıtmak için ise çareler arıyorum.

İşte bu yüzden bugün;

3 ayın sonunda bugün sigaramı yaktım, efkarımı dumanla savurdum. Ayak parmaklarıma kadar rahatladım…

08 Aralık 2010

Son verdim...

Uzun süre önce gittigidiyor aracılığı ile internet üzerinden alışveriş yapmaya başlamıştım. Aslında niyetim antika bir saat satın almaktı, ama hem ben açık arttırma işini beceremedim hem de internete güvenemedim. İşin ucunda çok para verip öylece kalakalmak da vardı. Antika işinden vazgeçince ben de kendimi elbisedir, takıdır sardırdım. Ama pek iyi etmedim. Aldığım saf gümüş takıların hepsi ‘saf gümüş kaplama’ çıktı –neyse ki satıcı geri almayı kabul etti, hoş 26 TL’mi yedi- ya da fotoğrafta göründüğü gibi çıkmadı. Ve ben de internet üzerinden alışveriş yapma durumumu, alışkanlık haline getirmeden sonlandırmaya karar verdim.

Aslında ben internet üzerinden iletişim kurma konusunda pek başarılı değilim. Bundan birkaç yıl önce üye olduğum bir “iş” sitesinin forumuna Antalya ile ilgili “Antalya’yı sevmiyorum” yazdığım için – ki ben hiçbir zaman bir yerin insanına yönelik değerlendirme yapmam, sevmediğim şehirlerdir- şovenistlerin saldırısına uğramış ve siteden üyeliğimi iptal ettirmiştim. Uzun zamandır da sitelere falan üye olmuyordum. Alışveriş aşkı antika ile birleşip, üstüne Antalya’nın antika konusundaki kıt imkanları yerleşince kendimi o siteye atmıştım. Atmaz olaydım…

Pişmanlıklarımı ulu orta yazmaktan ya da söylemekten çekinmeyen birisiyim. Ve sanırım ben bu internet üzerinden alışveriş işini beceremedim. Tanıdığım demeyelim de internetten kolayca alışveriş yapan ve memnun kalan insanlara çok tanıklık etmişimdir, ama ben neden beceremedim bilemedim.

Bazen kitaplarımı www.idefixe.com adresinden almıyor değilim. Kitaplara dokunarak satın almayı seven ben, arada indirimleri görünce dayanamıyorum. Kendimi tatmin etmek için de birkaç kitabı kitapçıdan almak için bırakıyorum. Sonra onlar evde dağ gibi büyüyor ve ben üstlerine her seferinde yeni kitaplar ekliyorum. Açlığımı da bir türlü bastıramıyorum.

Sonuç olarak içinde ne yazdığını bildiğin bir kitabı internet üzerinden satın alabilirim ama hem sevdiğim ve alışveriş yapmaktan büyük mutluluk duyduğum iki ‘gümüş’cüme ihanet etmemek hem de kıyafetleri üzerimde görerek almak için internet üzerinden bu tür şeyler satın alma işine bir son verdim… Vatana millete hayırlı olsun…

Bir telefon, sebepsiz bir gülümseme ve son...

Bir önceki buluşmadan tutulan notlar zihinde karıştırılarak , “Hımm, bunu sorabilirim” denir ve telefon açılır. Telefona yanıt verilmeyince hemen surat asılır. Surat asmanın hemen akabinde telefonun ekranında ismi görülünce büyük bir sırıtma surata yerleşir ve telefon ağız 3 metre açıkken “Efendim…” şeklinde yanıtlanır. Arama sebebi belli iken birden sebep unutulur ve telefonda bir süre gevezelik edilir. Konu hatırlanınca heyecandan bu sefer konuşma daha da saçma bir yol alır. Zihinden geçen “Yahu ne diyorsun sen” sözleri ve kızarık yüz ifadesinin yanında ağza yerleşen gülümseme ile konuşmayı sonlandırmak için bahaneler bulunur. Telefon nihayetinde kapatılır ve asıl kadın asıl erkeğe artık AŞIKTIR!

06 Aralık 2010

Ve yeniden...

Yine, yine, yine
Ben…
Kendime söz geçiremediğim zamanlardayım...
Bu ne kadar sürer bilmiyorum...

04 Aralık 2010

Tebrikler! Nur topu gibi bir kaybın var...

Efendim uzun uzadıya anlatmayacağım. Sadece bugün, diyette geçirdiğim 6 günün sonunda kontrole gittim. Doktorum 1 kilo 300 gram verdiğimi söyledi. Az buldum, az olmadığını söyledi. Benden beklentisi geçen hafta 500 gram gibi bir şeydi. Beklentinin üstüne çıkmak güzel bir şey ama şu ayağımı yaralamasaydım da her gün spor yapsaydım ne iyi olurdu. O zaman daha sağlıklı vermiş olurdum kilomu. Ah ben ah ben. Haftaya daha da azalacağını söyledi kayıplarımın, benim hedefim ayda 5 kilo. Bakalım becerebilecek miyiz.

02 Aralık 2010

Ben galiba...

Az önce aynada kendi kendimle konuştum.
Kendime bakıp güldüm.
Yüzümdeki çizgiler hoşuma gitmedi
Hele yapışıp kalan aptal gülümseme hiç!!!
Aynaya bakarken bile itiraf edemedim
Yok yok olmaz dedim!
Beceremedim…
İşte…
Söylüyorum…
Hormonlar mı bilmiyorum ama…
Birisinden,galiba, hoşlanıyorum…

Çocukluğumun kokusu...



Ben daha çocukken, yani henüz bu büyük şehre taşınmamışken, evimizin önünde büyük bir bahçemiz vardı ve ben ta o zamanlardan aşık olmuştum fasulyenin topraktan çıkışına. O bahçemizde bir sürü şey dikerdik. En çok patates ama. Sonra mısır, olmazsa olmaz fasulye. Ekinler toplanınca toprakta kalan son havuçları unutmamak lazım. Domates, salatalık, tere, maydonoz… , kahvaltının demirbaşları, saymıyorum onları bile.

Her neyse, bir de ağaçlarımız vardı bahçenin kenarında, azcık bodur. Kışın sert geçtiği memleketimde meyve ağaçları meyve veremiyordu ama çok güzel bir gül ağacımız vardı kokusu bahçenin ta öteki ucundan duyulan. Babaannem her sabah gülleri toplar, reçel yapardı. Benim kilolar da oradan gelme…



Geçen gün bir mahalleye gitmiştim, dolaşırken o gün ağacını gördüm. Yaklaştım yanına, kokladım. Çocukluğumun ağacı kokmuyordu çok fazla ama oydu, benim güllerimdi, özlediğim güller. Sahibinden dikmek için bir iki dal aldım. Şimdi ofiste, apartmanın bahçesine dikilmeyi bekliyor. Umarım tez zamanda bahçeyi süslerler. Özlemişim, hem çocukluğumu hem de o gül kokusunu…