25 Ekim 2011

Bu bir 'ÖZÜR' yazısıdır...



Hayatım boyunca hep öğretmenlerine karşı hayranlık duyan birisi oldum. Gözümde yerleri hep bambaşka idi. Kimisi yaptığı hatalarla kimisi de harcadığı emekle beni besledi.

Anaokulunu anımsamıyorum ama ilkokulda bizi üçüncü sınıftayken bırakıp giden Feyza Çobanlar adlı öğretmenim bir başka idi. Ben ‘kaybedeceğim’ korkusu ile oyunlara katılmazken beni hep idare ederdi. Korkaktım, biraz da çekingen. El yazım güzel olduğundan kümelerin hep ‘yazarı’ idim, sözcüsü olup kalabalığa karşı konu anlatmak hiç bana göre değildi. Korktum ve kaçtım.

Sonra Nuran Evran geldi. Hem de Ankara’dan. O soğuk ilçeye resmen renk kattı. Bir gün arkadaşlarla toplanıp onun bekar evine gittik. Belki de 25’li yaşlarındaydı, bilmiyorum. Ama bana çok büyük gelirdi. Fotoğraf çektirmiştik onunla, bize ailelerimize kitap aldırmamız yönünde öğüt vermişti. İlk kitabıma onun sayesinde sahip oldum. Sonrası da zaten çorap söküğü gibi geldi.

Antalya’ya geldiğimde dördüncü sınıfın ikinci dönemiydi. Tüm notlarım pekiyi idi o zaman. Karnem de keza öyle. Öğretmenin masasının üzerinde duran karnemi birisi yırtmıştı. Herkesin önünde öğretmenim bana sormadan ‘karneni yırtmışsın’ diyip kulağımı çekmişti. Ondan hep nefret ettim. Kendime olan güvenimin kaybolmasına neden olan o öğretmenin ismini, yüzünü bile anımsamam.

Beşinci sınıfta mahalle değiştirince, başka bir okula kaydoldum. Orda da bit salgını yüzünden sınıfta yaşadığım bir olay beni öğretmenimden soğuttu. Sırf ‘doğu’dan geldiğim için bana ‘Gamze kaşınan yerlerini göster’ dedi. Saçımda bit yoktu, olabilirdi de, ama tüm sınıfın önünde bizim saçlarımızı kontrol eden sınıf arkadaşımıza bağırışını hiç unutamam. Bit onun kafasından çıkmıştı. Ona bir pislikmiş gibi davranıp eve göndermişti. İsmini dahi hatırlamadığım bu öğretmenim benim insanları ‘oralı buralı’ diye ayırt etmeden ve ‘fişlemeden’ sevmemi sağladı.

Sonrası orta okul. Türkçe ve matematik öğretmenlerimi seviyordum. Emine Aktuğ benim Türkçe öğretmenimdi. Onun için anı defterimin son sayfasına ‘Önce Edebiyat Fakültesi’ni bitirip Edebiyat Öğretmeni olacağım, sonra da Gazetecilik bitirip gazeteci olacağım’ yazmıştım. Edebiyat okumadım, lise dönemimde gazetecilikte karar kıldım. Matematik öğretmenim ise Mehmet Öncül idi. Bizim sınıfımızın derslerine girmediği bir dönemde onu her gördüğüm yerde ağlardım. Hatta okuldan mezun olunca tayin edildiği okula gidip orda da ağlamışlığım vardır.

Lise de ise okul dergisini birlikte çıkardığımız İsme Güler, öğretmenden ziyade hep arkadaşım olan Edebiyat Öğretmenim Özlem Güleç, bir yöneticiden ziyade herkesi çocuğu gibi seven okul müdürüm Birol Orak’ın yeri bir başkaydı. Farklılardı, ben yeni büyüyordum, yeni tanışıyordum kendimle, kendimi öğreniyordum. Bana kendimi bulmam konusunda yardımcı oldular.

Bunları neden mi yazdım? Az önce eğitim sayfası için bir ilköğretim okulundaydım. Çok yoruldum, gürültüden de çocukların söz dinlememesinden de. Çok bağırdım, öğretmenlerin çocukları düzene sokamamasına çok sinirlendim. Düşündüm, acaba biz de böylemiydik diye. Öğretmenlik zor iş, gerçekten zor iş. Eğer ben de zamanında onları canlarından bezdirdiysem diye bir özür yazısı kaleme almak istedim.

Hayatıma yön vermeme yardımcı olan, bugün ki beni ortaya çıkaran öğretmenlerim. Sizleri çok seviyorum. Hata yaptıysam özür diliyorum. Emekleriniz için teşekkür ediyorum. Ben büyüdüm. Dünyam büyüdü. Siz olmasaydınız, biz birbirimizi sevmeseydik, bugün ki ben olmazdım…

2 yorum:

elma kurdu dedi ki...

yazını çok beğendim özür değilde içten bir teşekkür yazısı olmuş. benim de unutamadığım öğretmenlerim var... ve ben de bu gün merak ediyorum bizde mi böyleydik diye . ve bunca yıldan sonra anladım ki evet :) ama o ses o gürültü nasıl oluyorsa çocukken insanı rahatsız etmiyor. fakat her günün sonunda kulağımızda çocuk sesiyle geri dönüyoruz. ama çocuklara bunca yorgunluğa rağmen kızgınlık kırgınlık hissetmiyoruz . eminim öğretmenlerinde seni sevgi ile anıyordur

dersaadet dedi ki...

Teşekkür ederim:) Ama ben hala o seslere dayanamıyorum:))