15 Kasım 2010

Bir bayram sabahı, kolunda fotoğraf makinası çantası ile ben ve beni durakta bekleyen 2 G… en karlımız ise gruba sonradan katılan T…

Bayramları aslında sevmem, sırf tantanası yüzünden. Doğum günleri, evlilik yıldönümleri hatta düğünleri, vırt günleri zırt günlerini de sevmem, onların da tantanası çoktur. Ben normal günleri sürprizlerle yaşamayı severim. O yüzden şefimiz ‘Bayramda 3 günlük tatil hakkınız var, hatta 4 bile olabilir. Ama herkes kullanamayacak. Kimler istiyorsa söylesin’ dediğinde sesimi çıkarmadım. İş olsun da çalışayım istedim ve bayramlaşma törenlerinin en yoğun olduğu 1 ve 2’nci günleri çalışmak için kendimi konumlandırdım. Hatta bir ara ‘Sen kadınsın şimdi arife de temizlik falan yapılır evde, istersen arife günü de sen tatil yap’ dediğinde , bu işlerin bana göre olmadığını söyleyip kenara çekildim. Yok yok pasaklı birisi eğilim, dedim ya bayramların tantanasını sevmiyorum. Bir sürü iş, bir sürü ses, bir sürü ıvır zıvır. Ahhhhh….Çekilin başımdan canım…..

Neyse efendim, tatilimi bayram sonrasına da alamadığım için bayramın 3 ve 4’üncü günleri tatil yapacağım. Araya Cumartesi gününü sıkıştırıp yeni,den çalışacağım ve sonrasında hopp yeniden haftalık tatil.

Sahi ben bu kadar ayrıntıyı neden anlattım. Hııımmm, bugün çalışıyorum demek için. oardon lafı ziyadesi ile uzattım…

Evet efendim ben bugün çalışıyorum. Benim gibi çalışan diğer G’lerle birlikte. Niye bu kadar G’ye taktın demeyin, birazdan anlatacağım…

Sabah her zamanki seromoniyi yaşayarak hazırlıklarımı yapıp sokağa attım kendimi. Durağa doğru yol alırken, beni durakta bekleyen iki G’yi daha fark ettim. Birisi garson, birisi güvenlik. Aman ne hoş ben de gazeteciyim diye geçirdim içimden. Bir bayram sabahı ve sabahın köründe durakta bekleyen üç kişi. Meslekleri ne olabilir ki değil mi…

Bir süre bekledikten sonra dolmuşların 1 saattir geçmediğini öğrendim güvenlik olanından. Hemen minibüsçüler odası başkanını aradım, kapalıydı telefonu. Adam eminim benim şımarıklıklarımdan usandığı için kapatmıştır bayram günü telefonunu. Neyse, ne yapalım ne edelim derken, üç G kendimizi takside bulduk. Ben şuraya gideceğim, ben buraya dedikten sonra bir de taksi parasını ben ödeyeceğim kavgasına tutuştuk. Ve yol boyunca bir tane bile dolmuş otobüs görmedik. Velhasıl kelam, garson ilk önce indi taksiden, sonra beni bıraktılar, sonra da güvenlik görevlisi taksici ile anlaşıp işyerine gitti. Eh burada kim karşı çıktı diyecek olursanız, taksici derim. Benden 10 TL aldı, güvenlik görevlisinden de 20 TL aldı. Ne diyelim, bereketli bir bayram geçirsin.

Not: Bayramlarda blogun tarih azizliğine uğruyorum sürekli. Bugün ayın 16'sı ama 15'inde gösteriyor. Geçen bayramda aynı şeyi yaşadım. Ne bu ya!!!

4 yorum:

Profösör dedi ki...

Ben de bir gazeteciyim. Bu bayram çikolatamız olmadığına göre, çikolata niyetiyle şu öyküyüpaylaşayım istedim sizinle..

dersaadet dedi ki...

Hangi öyküyü profesör anlamadım...

Profösör dedi ki...

Küçük balık, yiyecek bir şey sanıp süratle atıldı çapariye. Önce müthiş bir acı duydu dudağında... Sonra hızla çekildi yukarıya. Aslında hep merak etmişti denizlerin üstünü. Neye benzerdi acaba gökyüzü. Balıkçının parmakları hoyratça kavradı onu ve küçük balık anladı yolun sonunun geldiğini. Koca denizlere sığmazdı, oysa şimdi yüzerken küçücük yeşil leğende, cansız dostlarına değiyordu ister istemez. Bir kedi yalanarak baktı gözünün içine. Yavaşça karardı dünya; başı da dönüyordu. Son kez düşündü derin maviyi, beyaz mercanı, bir de yeşil yosunu.
İşte tam o sırada eğilip aldım onu, yürüdüm deniz kenarına. Bir öpücük kondurdum başına. Sade bir törenle saldım denizin sularına. Bir an öylece baka kaldı, sonra sevinçle dibe daldı gitti. Teşekkürü de ihmal etmemişti, birkaç değerli pulunu avuçlarımda bırakarak. Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme: "Neden yaptın bunu?" diye sorar gibiydiler.
"Bir gün" dedim, "Bulursam kendimi yeşil leğendeki küçük balık kadar çaresiz, son ana kadar hep bir ümidim olsun diye."

Ümidinizin kalmadığı anlarda, bu hikâyeyi düşünüp, teselli bulabilirsiniz.

dersaadet dedi ki...

Teşekkür ederim o zaman:))