Bundan 10 yıl kadar önce ne olacağım konusunda fikrim sorulduğunda verdiğim cevap herkesin zihninde aynı duyguyu uyandırıyordu: Macera! Bunun maceradan ibaret olmadığını zaman geçip olmak istediğim şey olunca anladılar. Ama bir sorun daha vardı, onların dillendirip kafalarını kurcalayan. Zamanında olmak istediğim şey küçük bir maceradan sayılıp umursanmazken şimdi de yapacağım meslek “meslek” kıvamında bile değerlendirilmiyordu. Ben gazeteciydim, sokak işiydi benim yapacağım şey hatta komünist işiydi. Tehlikesi çoktu, tehlikesi bana olacaklardan kaynaklanmıyordu. Tehlikesi “tehlikeli işler” listesine girdiği için, yazıp çizebilme yetisini kendimde barındırdığım içindi…
Eğer sokaktaki insan sizin mesleğinizi “meslek”ten sizi de “adam”dan saymıyor ise işiniz zordur. Zira sizin işiniz dışarısıdır, dışarısı size haberdir, dışarının sizden bihaber olması sizin işinizi köreltir ya da tehlikeye sokar. Bir sürü şeyle savaşmak zorundasınızdır. İşinizin en zor kısmı da eş dosta yaptığınız işi anlatmaktır. Okurken ya da okulu bitirip iş hayatına atıldıktan sonra “Eee sen ne okuyorsun?” ya da “Okulu bitirdin mi, ne bitirdin?” sorularına verilen yanıttan sonra gösterilen tepkiler aynıdır “İyi ya, olsun!” Niye olsun ki? Olmuşum zaten, hem de isteyerek, hem de en güzelini. Bununla da bitmez derdinizi anlatma çileniz. Bekar bir erkeğin ev arama macerasına benzer çabalarınız çoğunlukla.
Sokaktaki adama göre potansiyel yalancısınızdır, olayları çarpıtmada üstünüze yoktur. İşte bu noktada o “bekar erkeğe” benzersiniz. Ben öyle değilim, ben yapmamlar ile işi toparlamaya çalışırsınız ama genel geçer kanı onlardan ayrılmaz. Avrupa’yı gidip görmeden Avrupa hakkında kanıya varmak gibidir çoğunlukla bu. Muhabirin muhbirlikten geldiğine dolayısı ile işin aslının muhbirlik olduğuna dair bir sürü söz dinlersiniz. Hani şu “sütün içinden çıkmaya çalışan fare” hikayesi vardır ya; işte orada siz boğulan fare olursunuz bu sorulardan sonra…
İşyerinde durum pek parlak değildir aslında. Sorun nerede çalıştığınızla alakalıdır. İyi bir örgütlenmenin içindeyseniz mevcut sorunlar daha profesyonel daha gelip geçici hatta daha öğreticidir. Yok eğer çalıştığınız yer örgütlenmeden de bihaber ise vay halinize. Önce size şöyle bir bakarlar okullu gözüyle, ellerine tutuşturduğunuz iş bilgilerinizde yazı yazmayı sevdiğiniz ve becerdiğiniz de yazıyor ise “köşe yazar mısın” diye teklifte bulunurlar. Yapamayacağınızdan ya da kendinize güvenmediğinizden değil de şaşırırsınız işte. Okulda size kimin köşe yazabileceği öğretilmemiştir(!) elbet ama bilirsiniz yerinizi. Hayır diyerek geri çevirisiniz, yaptığınız şeyin akıllıca olduğuna dair fikirleriniz kesindir ama kısa bir süre sonra aslında öyle olmadığını anlarsınız. Yanıldığınızı çalıştığınız yerin ilk basılı malzemesini elinize aldığınızda anlar, keşke ben de yazsaydım “köşe” dersiniz. Köşe mantığının böyle yerlerde “evde televizyonu en iyi gören koltuğu kapma” macerası gibi algılandığının ayrımına ancak varırsınız…
Bu ilk darbedir, ikincisini “gazeteci patronunuzun” sizden gidip çiğköfte salonunun açılış haberini yapmanızı istemesi ile alırsınız. Hadi bakalım vardır bunda da bir iş diyerek yola düşersiniz ve zaman geçtikçe anlarsınız ki aslında habercilik açılışlardan ibarettir ve yaptığınız habercilik çiğköfte lahmacun salonları olduğu sürece devam edecektir…
Eğer benim gibi tez canlı birisiyseniz nefes alışverişleriniz sıklaşır böyle durumlarda. Gitsem mi kalsam mı diye debelenip durusunuz. Hele bir de acele kara verme gibi bazen avantajlı bazen de dezavantajlı bir özelliğiniz varsa daha bir serileşir nefes alışverişinizdeki ritim. Kararınızı son bir vuruş noktalandırır, “gazeteci patronunuz” sizin bir gün karşınıza geçip “Hadi bugün git banka müdürleri ile röportaj yap” der mesela, “banka müdürleri” diyerek bakarsınız, anlamamışsınızdır. Neden, nasıl, hangi konuda derken son vuruşu yapar patronunuz: müşteri potansiyelini sor, kaç kişinin hesabı var onu sor… Soru sormak değildir burada zor olan, zor olan gazeteciliği bakkalların veresiye defterine benzeterek yapanlara derdinizi anlatma çabanızdır.
Sokakta, işte neyi nasıl yapmanız gerektiği konusunda size akıl veren binlerce insan olur da sıra sorunu dinlemeye gelince “aman başım derde girmesin” diyen suskunlar ordusunu size bakarken bulursunuz. Zamana karşı yarışırsınız, insanlara karşı yarışırsınız, trafiğe karşı yarışırsınız, hayatta kalmak için zor anlarda ölüme karşı savaşırsınız; hep anlatır, hep dinler, hep beklersiniz. İyi şeyler yapabilmek için bir adım atarsınız karşınızdaki sizden korkar, onu ürkütmek istemediğinizi anlatırsınız iş işten geçer. Yaptığınız şey çabalardan ibarettir çoğunlukla çünkü siz tehlikelisinizdir. Siz insanların başını derde sokacak yegane aracı elinizde tutuyorsunuzdur, siz yazabiliyorsunuzdur. Ama siz aslında kendi gözünüzde başından beri birer kahraman, başka bir değişle ülkenizdeki insanları kötü gidişattan kurtaracak birer “superman-supergirl”lersinizdir. Bu çabanızı işinizde sokakta anlatma çabası ile güne başlarsınız, günü ya rengarenk bitirisiniz ya da tek renge boyanmış bir şekilde gözleriniz…
Üç basamaklı bir toplama işlemi gibi değildir yaşadıklarınız, sizi çileden çıkaranların ana başlıklarıdır rakamlar. Rakamları toplayınca ortaya karmaşadan başka bir şey çıkmıyor ise şayet kalmanın bir anlamı yoktur artık çalıştığınız o yerde. Bütün bu kabul edilme, var olma çabaları içinde yolunuza devam ederken şu soru aklınızdan hiç eksik olmaz “acaba doğru mu yapıyorum?” Verdiğimiz kararların sonuçları da tarih gibi zaman geçtikten sonra anlaşılacak şeylerdir. Bu yüzden size bu süreçleri yaşarken yolunuza yılmadan devam etmek düşer, seviyorsanız, yapıyorsanız vazgeçmezsiniz. Çünkü gazetecilik zordur, gazetecilik “kadın olmak” kadar zordur bu memlekette…
Not: Bu yazıyı MEDİZ'in düzenlediği "Medyada Cinsiyetçiliğe Son" adlı kampanyanın ürünü olan ve aynı adla yayınlanan kitabını okumadan önce kaleme almıştım. Yazı içindeki fotoğrafların bir kısmı onlara ait olduğu için burada belirtme gereği duydum. Bir de tavsiyede bulunmak istedim sizlere, MEDİZ ile iletişime geçip kitabı ücretsiz edinebilirsiniz. http://www.mediz.org/ size yol gösterecektir.
4 yorum:
Samimi bir yazı olmuş..Kendinden bişeyler bulduğun yerler dikkatini çeker ya hep kitapta, filmde, fotoğrafta...
Ben de iktisat okumanın ne olduğunu anlatmaya çalıştım çevremdeki insanlara...
Azmini uzaktan da olsa seyreden biri olarak hep takdir ettim seni..Her şeye ve Herkese rağmen sürdüğün savaşını...
Yorumlara yanıt vermenin zamanı geldi mi ne? Teşekkür ediyorum, o kadarını gösterebilmiş olmak bile güzel. Sağolasın...
"kadın olmak kadar zordur gazetecilik" tıpkı kadın olmak gibi öğretilir, ezberletilir oluruna bırakılmaz haliyle olmak da olmak diildir desek gamcem?
Saygıyla eğiliyorum önünde desem:)
Yorum Gönder