30 Kasım 2008

Bölük pörçük (3)



Sevgili;

Bu yırtıp attığım bilmem kaçıncı mektup. Her birini kendimi iyi ifade edemediğimi düşündüğüm için yırtıyorum ve hepsine aynı cümleler ile başlıyorum; “Bu yazdığım bilmem kaçıncı mektup”… Bunda kararlıyım ama, sonuna kadar aklımdan geçenleri buraya dökeceğim. Söyleyemediğim daha çok sözüm var bana göre, anlamadığım, iyi ifade edemediğim. Bu yüzden işte bu yolu seçiyorum. Karşına geçersem beni her kelimem için suçlayacağını ve bana bağıracağını biliyorum… Korkuyorum senden, kelimeleri yutacak olan kendimden. O yüzden sana buradan sesleniyorum, ne olur kulaklarını tıkama bana ve beni dinle, yargılamadan…


Suçsuz iken suçlu durma düşürüyor bu mektup beni diye kızdı kendisine. Kendisini neden böylesine içinden çıkılmaz bir durumun içine sürüklediğini anlamıyordu bir türlü. Her anlaşılmaz olanın ardından da geçmişi irdeleyip “bu yüzden, bunun yüzünden” diyeceği şeyler buluyordu. Bu seferkinin sebebi de giderken “sen iyi kızsın” triplerinden kaynaklanıyordu. İyi kız arkasını toplamalı, her şeyi doğru düzgün yerinde bırakmalıydı. Omzuna yüklediği yük ile daha bir aciz hissediyordu kendini. Bırak dağınık kalsın dedi kendisine, bırak dağınık kalsın. Dağıtan o, bırak istediği gibi dursun…

İşten aldığı iznin bitmesine çok az kalmıştı. Patronunun ve kendisini çekemeyen iş arkadaşlarının karşısına kızarmış ve şişmiş gözlerle çıkmak, terk edildiğine dair bir izi ruhunda ve bedeninde bırakmak istemiyordu. İstemiyordu ama yapamıyordu. Çünkü hala O’nunla hesaplaşması gereken bir şeyler vardı, sorması gereken sorular. Karşısına geçmeye O’nun fevri davranışları yüzünden cesaret edemiyordu, zaten hiçbir zaman söylediklerini onun düşündüğü gibi anlamamıştı. Bunları uzandığı koltuğunda karşısındaki televizyonun kapalı ekranına boş boş bakarken düşünmüştü. Evet dedi, doğru olan buydu. Cesaretsizliğinin sebebi buydu. O, hiçbir zaman kendisinin ağzından çıkanları olduğu gibi anlamamıştı. Hep başka taraflara çekmiş hep arıza çıkarmıştı.

Aysel bunları düşünürken birden karşı komşusundan gelen gürültüye kulak kabarttı. Bangır bangır bir ses geliyordu kulaklarına. Oturduğu yerden kalktı ve kapıya doğru yürümeye başladı. Komşusu kapısını kapatmadan duymalıydı sesin ne söylediğini. Kapıya yaklaştıkça nefesi yetmemeye başlamıştı kendisine. Ne yürüyebiliyordu ne de koşma isteğinin önüne geçebiliyordu. Kapıya vardığında komşusu kapatmak üzereydi kapısını, sesler giderek azalıyordu. Son bir hamle yaparak yaklaşmıştı kapıya. Aysel Attila İlhan’ın olduğunu anladığı sesi duyar duymaz yıkılmıştı. Karşı komşudaki ses “Aysel git başımdan ben sana göre değilim” diyordu… Aysel kapının önüne oturmuş Attila İlhan’ın sesini bastırırcasına ağlıyordu.

Hiç yorum yok: