Zaman zaman neden her şeyi kafama bu kadar çok takıyorum diye kızıyorum kendime. Bir gün sağlığımdan olacağımdan korkuyorum mesela, sırf her şeyi olması gerekenden çok daha fazla düşündüğüm için. Belki de ben normal düşünüyorumdur da insanlar her şeyi olması gerekenden daha az takıyorlardır kafalarına. Bilmiyorum ama hem kendime kızıyorum hem de beni kızdıranlara…
Dostlarım genellikle bana şöyle sesleniyorlar böyle zamanlarda “Sen gazetecisin değil mi? Daha sakin olmalı daha serinkanlı düşünmelisin….” Düşünemiyorum işte, önümde duran gazete parçasına bakıp bakıp sinirleniyorum mesela şimdi. Olması gereken tepki bu diyorum kendime. Bunca yıldır tepkisizleştirilmiş benliğimin acısını çıkarıyorum sanki.
Gazete parçasındaki haber buralardan değil, Malezya’dan. Şeriatla yönetilen Kota Baru kentinden. Şeriat diyince zaten anlıyorum kime saldırıldığını, yanılmıyorum da nitekim. Haberde kadınların işe giderken ruj sürmesi ve topuklu ayakkabı giyinmesinin yönetim tarafından “yasaklandığı” yazıyor. Yasaklar… Kadınlara, erkeklerin “sapkınlıklarından” dolayı bir dizi yasaklar getiriliyor Kota Baru kentinde ve ona benzer binlerce yerde. Belki de ileride burada da!
Haberde gerekçe olarak ta “akıllarınca” aldıkları önlemleri sıralıyorlar. Okuyorum, kanım donuyor. Şöyle devam ediyor haber nitekim “Bu yasaklar kadınların saygınlığını arttırmak, tecavüze uğramalarını engellemek için konuldu. Topuklarda ısrar edenler, ses çıkarmaması için ayakkabı topuklarına lastik taksın”… Yadırgamıyorum bu tür haberleri, sadece anlam veremiyorum. Erkekler neden kendilerinden kadınları korumak istiyorlar ve bunu yaparken de kadınlara yasaklar getiriyorlar. Önce kendilerine çekidüzen vermeleri bir diğer değişler kendilerini “hadım etmeleri” gerekmiyor mu? Yasaklardaki gerekçeleri sıralarken açıkça zaten dile getirmiyorlar mı kadının ayakkabı sesinden, dudağına sürdüğü yağlı boyadan, kafasını örten kıl yumağından etkilendiklerini ve sırf bu yüzden onlara “tecavüz” etme isteği ile yanıp tutuştuklarını…. Korktukları şey kendileri iken neden şeriatın kılıcını kadınlara doğrultuyorlar? Bacısını, anasını, karısını, kızını eve kapatan erkeğin korkusuna benziyor bu birazda. Dışarıda kendisi gibi binlerce erkeğin varlığı erkeği ürkütüyor. Başkalarının kadınına baktığı gibi, kendi kadınlarına başkalarının bakacak olması ihtimali onun kadınlarına bir dizi yasaklar getirmesine sebep oluyor. Kendi cinsinden korumak için kadınını, kendisinden kendisi gibilerden korumak için yasakları sokuyor devreye!
Bahsedilen saygınlık ise kafamı karıştırıyor. Bir insanın yaşama hakkını, özgürlük hakkını elinden alıp, ona tecavüz ederek nasıl bir saygınlık kazandırmaktan bahsediyorsunuz ki? Kadını zaten susturmaya çalışarak, kadını kadın olmasından dolayı “kısırlaştırarak” nasıl saygınlığını korumasını bekliyorsunuz? Siz zaten kadına saygı duymuyorsunuz, kendi yıktığınız şeyi yine kendinize göre yasaklar koyarak ortaya çıkarmaya çalışıyorsunuz. Yıkımınız geri getirmenizden daha bir acımasız oluyor ama. Kadını kendi alanınıza sokmak istemediğinizi cesurca dile getiremiyorsunuz, her yaptığınızın arkasında bir “koruma” mantıksızlığı var. Mantıksızlıklar silsilesi içinde bence aslında bocalıyorsunuz…
İşte bütün bu olanlardan sonra bana diyorsunuz ki sakin olmalısın, serinkanlı düşünmelisin. Bu işin serinkanlısı olmaz arkadaşlar. Bu işin serinkanlılığı beraberinde susmayı, beraberinde boş vermişliği getirir. Bu işin serinkanlılığı ileride olması ihtimal durumlara yol açar, hem de tertemiz bir yol. Bu işin serinkanlılığı beraberinde “her şey sizin iyiliğiniz için” cümlelerini getirir. Serinkanlı olamıyorum ben dostlar. Önümde duran gazete parçasına bakıp bakıp kızıyorum. “Gerdeğin bedelini ödeyeceksin” diye kadınının doğum yapmasını bile ceza olarak gören, seksi sadece erkek için var olan bir durummuş gibi algılayan mantığa kızıyorum. Kadını bastıran kadını susturan bunu yaparken kendisine gerekçeler uyduran mantığa kızıyorum. Dünyanın birçok yerinde ve Anadolu’da hala erkeğini kızından önde tutan, pışpışlayan, erkektir yapar mantığını taşıyanlara kızıyorum. Ve var olma sebepleri olan kadınları “büyüyünce” unutuveren akıllara kızıyorum. Şeriatın kılıcını kadına yönelten, her şeyin acısını kadından çıkaranlara kızıyorum. Şimdi soruyorum ben kızmayayım ben konuşmayayım da kim konuşsun?
Dostlarım genellikle bana şöyle sesleniyorlar böyle zamanlarda “Sen gazetecisin değil mi? Daha sakin olmalı daha serinkanlı düşünmelisin….” Düşünemiyorum işte, önümde duran gazete parçasına bakıp bakıp sinirleniyorum mesela şimdi. Olması gereken tepki bu diyorum kendime. Bunca yıldır tepkisizleştirilmiş benliğimin acısını çıkarıyorum sanki.
Gazete parçasındaki haber buralardan değil, Malezya’dan. Şeriatla yönetilen Kota Baru kentinden. Şeriat diyince zaten anlıyorum kime saldırıldığını, yanılmıyorum da nitekim. Haberde kadınların işe giderken ruj sürmesi ve topuklu ayakkabı giyinmesinin yönetim tarafından “yasaklandığı” yazıyor. Yasaklar… Kadınlara, erkeklerin “sapkınlıklarından” dolayı bir dizi yasaklar getiriliyor Kota Baru kentinde ve ona benzer binlerce yerde. Belki de ileride burada da!
Haberde gerekçe olarak ta “akıllarınca” aldıkları önlemleri sıralıyorlar. Okuyorum, kanım donuyor. Şöyle devam ediyor haber nitekim “Bu yasaklar kadınların saygınlığını arttırmak, tecavüze uğramalarını engellemek için konuldu. Topuklarda ısrar edenler, ses çıkarmaması için ayakkabı topuklarına lastik taksın”… Yadırgamıyorum bu tür haberleri, sadece anlam veremiyorum. Erkekler neden kendilerinden kadınları korumak istiyorlar ve bunu yaparken de kadınlara yasaklar getiriyorlar. Önce kendilerine çekidüzen vermeleri bir diğer değişler kendilerini “hadım etmeleri” gerekmiyor mu? Yasaklardaki gerekçeleri sıralarken açıkça zaten dile getirmiyorlar mı kadının ayakkabı sesinden, dudağına sürdüğü yağlı boyadan, kafasını örten kıl yumağından etkilendiklerini ve sırf bu yüzden onlara “tecavüz” etme isteği ile yanıp tutuştuklarını…. Korktukları şey kendileri iken neden şeriatın kılıcını kadınlara doğrultuyorlar? Bacısını, anasını, karısını, kızını eve kapatan erkeğin korkusuna benziyor bu birazda. Dışarıda kendisi gibi binlerce erkeğin varlığı erkeği ürkütüyor. Başkalarının kadınına baktığı gibi, kendi kadınlarına başkalarının bakacak olması ihtimali onun kadınlarına bir dizi yasaklar getirmesine sebep oluyor. Kendi cinsinden korumak için kadınını, kendisinden kendisi gibilerden korumak için yasakları sokuyor devreye!
Bahsedilen saygınlık ise kafamı karıştırıyor. Bir insanın yaşama hakkını, özgürlük hakkını elinden alıp, ona tecavüz ederek nasıl bir saygınlık kazandırmaktan bahsediyorsunuz ki? Kadını zaten susturmaya çalışarak, kadını kadın olmasından dolayı “kısırlaştırarak” nasıl saygınlığını korumasını bekliyorsunuz? Siz zaten kadına saygı duymuyorsunuz, kendi yıktığınız şeyi yine kendinize göre yasaklar koyarak ortaya çıkarmaya çalışıyorsunuz. Yıkımınız geri getirmenizden daha bir acımasız oluyor ama. Kadını kendi alanınıza sokmak istemediğinizi cesurca dile getiremiyorsunuz, her yaptığınızın arkasında bir “koruma” mantıksızlığı var. Mantıksızlıklar silsilesi içinde bence aslında bocalıyorsunuz…
İşte bütün bu olanlardan sonra bana diyorsunuz ki sakin olmalısın, serinkanlı düşünmelisin. Bu işin serinkanlısı olmaz arkadaşlar. Bu işin serinkanlılığı beraberinde susmayı, beraberinde boş vermişliği getirir. Bu işin serinkanlılığı ileride olması ihtimal durumlara yol açar, hem de tertemiz bir yol. Bu işin serinkanlılığı beraberinde “her şey sizin iyiliğiniz için” cümlelerini getirir. Serinkanlı olamıyorum ben dostlar. Önümde duran gazete parçasına bakıp bakıp kızıyorum. “Gerdeğin bedelini ödeyeceksin” diye kadınının doğum yapmasını bile ceza olarak gören, seksi sadece erkek için var olan bir durummuş gibi algılayan mantığa kızıyorum. Kadını bastıran kadını susturan bunu yaparken kendisine gerekçeler uyduran mantığa kızıyorum. Dünyanın birçok yerinde ve Anadolu’da hala erkeğini kızından önde tutan, pışpışlayan, erkektir yapar mantığını taşıyanlara kızıyorum. Ve var olma sebepleri olan kadınları “büyüyünce” unutuveren akıllara kızıyorum. Şeriatın kılıcını kadına yönelten, her şeyin acısını kadından çıkaranlara kızıyorum. Şimdi soruyorum ben kızmayayım ben konuşmayayım da kim konuşsun?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder