Daha orta okul yıllarındayken Mehmet Aslantuğ’un ‘Sıcak Saatler’ dizisindeki ‘gazetecilik’ figürüne kapılmış, ‘ben de gazeteci olacağım’ demişti. O yıllarda edebiyat öğretmenine olan tutkusu, yazma ve okuma sevdası ‘edebiyat öğretmeni’ olması yönünde kendisini sıkıştırsa da ‘Önce edebiyat fakültesini bitirip edebiyat öğretmeni olacağım, ardından da gazetecilik okuyup mesleğimi yapacağım’ diye karalamıştı anı defterinin son yaprağına. Kararı kesindi….
Lise yıllarında edebiyat tutkusunu gazetecilik ile harmanlayıp tek bir şey, gazetecilik okumaya karar verdi. Sınav sisteminin karmaşası yüzünden son sınıfta, yıllardır aynı sıraları paylaştığı arkadaşlarından ayrıldı. Okulun rehberlik öğretmeni ile uzun soluklu konuşmalar yapıp, kararlılığını belirtti. 40 kişilik sınıftan, tanımadığı yüzlerle dolu 60 kişilik sınıfa geçiş yaptı. Öğretmenleri onu bu çılgın kararı yüzünden örnek gösterdi. Kendisi mezun olduktan sonra da, okulunda 6 kişi için sözel bölüm açıldı okul tarihinde ilk defa.
Kararlılığını lise yıllarında da yine bir defterin son yaprağına karalamıştı. ‘2001 yılı Haziran ayında ben Ankara Üniversitesi Gazetecilik Bölümünü kazanacağım’ diye. Sınava girdi, oldukça rahattı. Soruları tek tek yanıtlayıp çıktı. Sınav sonrası sonuçlara bakmadı bile. Emindi, kazanacaktı. Puanı istediği okulun puanından 3 puan fazla geldi. Artık okulu kazanmıştı. O kadar tercih hakkını geride bırakıp sadece iki tercihe istediği okulun adını yazdı. Ankara Üniversitesi Gazetecilik ve Gazi Üniversitesi Gazetecilik. İlk tercihini kazandı, bölüme altıncı sıradan girdi.
Nice gazetecilerin yetiştiği okulun sıralarında oturdu, hayatını kaybetmiş büyük düşünürlerin isminin verildiği dersliklerde hocalarını dinledi. Haylazlık yaptı, derslerine çalışmadı. Aşık oldu, sınıfta kaldı. Ama gazetecilikten hiçbir zaman vazgeçmedi. Bir an önce mezun olup dünyayı kurtarmak istiyordu. Son senesini bu duygularla geçirdi.
Mezuniyetten sonrası ise tam bir hayal kırıklığı idi onun için. Bakkal dükkanı işletirken, ‘onu tanıyorum, bunu biliyorum, belediye başkanının söğüşlerim’ diyerek ‘gazete dükkanı’ açan işyerleri ile çalıştı. İstanbul hasreti idi, oraya gitti. Barınamadı. Yaşadığı şehre döndüğünde ise tablo hiç iç açıcı değildi. ‘Benim hayal ettiğim dünya bu değil’ diyerek içine kapandı. Birkaç yer gezdi. Sonunda pes etti. Yerel gazetelere CV bıraktı, dergi çıkarak bir yerden teklif geldi. Oraya girdi. Her şey yolunda giderken dergi kapandı. ‘Acaba haber yazabiliyor mu’ denilerek çökmüş bir yolun haberi yaptırıldı. İşi yaptığı anlaşılınca ‘haberci’ oldu. Sektörü tanıdı. Lüzumsuz insanların doldurduğu sektörde ayrı bir yer edinmeye çalıştı. Farklıydı, farkını gösterdi. Ama bunların hiçbirisi yetmedi.
Yıllardır hayalini kurduğu meslek gözünde birden küçüldü. Girdabın içinde debelenirken buldu kendisini. Bir anda birilerinin ‘fettecisi’ oldu.
Yola başlarken kurduğu hayaller kısa sürede bitti. Hayaller gidince yaşama sevinci de kalmadı. Yorgun düştü, öfkesi arttı, tembelleşti,, verimi düştü, kendisi olmaktan çıktı.
Şimdi aynada baktığı yüzünden nefret etmemek için kendisine bir yol arıyor. Ne yapacağını ise bilmiyor. Hikayesine yeni bir yerde devam etmek istiyor ama neresi olduğunu kestiremiyor. Unuttuğu hayallerini anımsamak ve onları hayata geçirmek için güç istiyor…
4 yorum:
bu kdr kararlı olan birinin ne istediğini bildiken sonra yapamayacağı iş yok gibi geldi bana.
yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen imrendim ona.
ayrıca nefret edilecek yüz kendisinde değil asla.. kendilerinden nefret etmek akıllarana bile gelmeyen, onu hayallerinden soğutan insanlarda..
Öyle galiba. Ama ne yapacağını bilmemek kötü bir şey olsa gerek...
bu dünyada kende dünyanı kuracaksın. Küçük bir dükkan tutacaksın kaleiçinde o dükkanı etrafını çitle çevirieceksin (tabi koruma kurulu izin verirse :) ) sonra o dükkanı işleteceksin. O dükkan belki bir kitapçı olacak belkide bir meyhane. Yada gümüşçü en güzeli bence hem anladığın bir iş :)
Aklıma girdn alacağın olsun:))
Yorum Gönder