06 Ocak 2012

Aslında hepimiz "Hrant Dink'iz"




Ölüm,

Kazma kürek sesi

Bir de kuru toprak kokusu.

Arapça bir melodi,

Anaç bir ağıt

Ve sessizlik...


İnsan tanımadığı bir insanın ölümüne ağlar mı? Tanımadığı bir adamı sever mi? Ona sarılıp ‘bakma sen bunlara her şey düzelecek’ demek ister mi? Yıllar sonra keşkeler dizi olup dökülürken ağzından, demez mi ‘arasaydım’ diye, yalnızlaştırılmaya çalışıldığında ‘ben de buradayım’ deseydim, ‘yanındayım Hrant Abi’ diye…

Benim Hrant Dink ile tanışıklığım 2006 yılına, ‘Türklüğe hakaret’ suçlaması ile yargılandığı o günlere denk gelir. Radikal Gazetesi yazarı Yıldırım Türker’in köşe yazısında atıfta bulunduğu “Kendi kimliğini ötekinin varlığına göre konumlandırmak hastalıktır. Kimliğini yaşatman için sana bir düşman gerekiyorsa, senin kimliğin hastalıklıdır” sözü ile vurulmuşumdur ben Hrant Dink’e. Birkaç defa da Agos edinip okumuşluğum vardır o kadar.

Sonrası yok. Öldürülene kadar sonrası yok…..

19 Ocak 2007’de hayallerimin kenti İstanbul’da hayallerim sönmüştü. Havaalanında aldım kötü haberi, içim yandı. Nasıl olur dedim. Rakel gibi, Ararat gibi, Delal gibi, Sera gibi inanamamıştım öldüğüne. Sonra sayısını bilmediğim kadar insanla birlikte cenazesinde, sanki onu geri getirecekmiş gibi “Hepimiz Hrant Dink’iz” dövizleri taşıyıp bağırmıştım, sonradan “Hepimiz Mehmetçiğiz” diye bağıranların ‘saldırılarına’ inat. Cenaze sonrası da, tıpkı “Türklüğe hakaret” suçlaması ile açılan o davalar silsilesi gibi yalnızlaştırılıyordu Hrant, hem de artık bu dünyada yokken. Birileri basın yolu ile tetikliyordu, birileri söylenenleri tıpkı o davaların açılma sebebi gibi tersinden anlıyordu. Oysa Hrant evimizin çocuğu, babası, amcası, dayısı, arkadaşı gibiydi….

Tuba Çandar’ın “Hrant” adlı kitabını yeni bitirdim. Yazı biraz gecikti. Ne yazacağımı da bilmiyorum, paramparça yüreğim. Bildiklerimi bir kere daha okuduktan sonra ‘keşkeleri’ sıraladım ardı arkasına. İstanbul’dayken neden gidip kapısını çalmadım ki tanışmak için, yüreğine ortak olmak için, sarılıp ağlamak için diye…

Davasını, ona yapılan saldırıları, yargının nasıl ‘eli kolu bağlı’ baktığını, sonra nasıl göz göre göre öldürüldüğünü… Okurken hepsini bir kere daha yaşadım, bir kere daha öldüm, bir kere daha öldürdüler sanki Hrant Dink’i….

Hep söylerim ailesinin yerinde olmak istemezdim diye. İnsan kabullenemiyor Türkiye’yi bu kadar çok seven bir dostun şimdi olmadığını, öldürüldüğünü. Aslında biliyor musunuz, hepimiz el birliği ile öldürdük Hrant’ı. Basında çıkan haberleri görünce, içim acıdı bir kere daha… Ne diyeyim.

Şimdi şu karmaşık yazıyı kaleme alırken bile duygularım beni engelliyor. Yazamıyorum. Düzgün cümleleri kuramıyorum. Ama biraz olsun eğer Hrant Dink’e karşı ‘acaba’nız varsa, alıp okuyun Tuba Çandar’ın kitabını. Acıya ortak olum, direnişe ortak olun. Ya da ne bileyim, sırf okudum demek için okuyun, ama okuyun…

4 yorum:

BAYKUŞ GÖZÜYLE... dedi ki...

O kitapta bir insanlık dersi var...
Ağzınıza, kaleminize sağlık.
Çok duyarlı, hissettiklerinizi hissettirdiğiniz bir yazı olmuş.
Kitabı ben de hayranlıkla okumuş, ağlamış ve gülmüştüm.

ezgi dedi ki...

sevgili dersaadet,
ben de okumak istiyorum bu kitabı...
dediğin gibi, çok can yakıcı...

dersaadet dedi ki...

Baykuş Gözüyle, haklısın. Herkesin okuyup öğrenmesi gereken çok şey barındırıyor içinde.

Ezgi,bence de okumalısın:)

dersaadet dedi ki...

aylin teşekkür ederim. Blog aslında taslak bir formattan uyarlamadır. Yani gmaile ait. Çoğu insan bunu kullanıyor:))