30 Kasım 2013

Tamam mıyız?




Öncelikle bloğumun bu yeni yüzü için herkesten özür diliyorum. Uzun zamandır elim gitmiyor. Bir hata sonucu ‘google’ bulunan fotoğrafları ‘bilmeden’ sildiğim için blogdaki bütün fotoğraflar da yok oldu. Eski fotoğrafları bulamayacağım ve süreç oldukça uzayacağı için şimdilik hiçbir şey yapamıyorum. Ama aklımda yeni bir web sayfası açmak var. Onu yapabilirsem burası da kapanacak haliyle....

Özrümü diledikten sonra beni bloğumdan uzaklaştıran instagram, facebook ve twitterdan sıyrılarak buraya yazı girmeme sebep olan Çağan Irmak’ın son filmi ‘Tamam mıyız?’ hakkında sizinle birşeyler paylaşmak istiyorum... 

Aslında filmi anlatmadan duygularımı nasıl ifade edeceğim hakkında bir fikrim yok. Ama mümkün mertebe Çağan Irmak’ın da instagram hesabında söylediği gibi ‘Katilin uşak olduğunu’ söylemeden dün gece izlediğim filmle ilgili birkaç anektod paylaşacağım....

Eğer sıkı bir Çağan Irmak izleyicisi iseniz, filmlerinin ve yönetmeni olduğu dizilerin insanın bam teline dokunduğunu biliyorsunuzdur zaten. ‘Tamam mıyız?’ da öyle bir film işte. Bizden birisi olduğunu her fırsatta gösteren Çağan Irmak’ın neden bu kadar başarılı olduğunun altında da bence samimiyeti yatıyor. 

Film baştan sona kadar sizi şaşırtıyor. Ezberlerinizi bozuyor. Film ilerledikçe, parçaları birleştiriyor ve ‘neden’ lerinize cevap buluyorsunuz. Homofobik olanları bile ‘yumuşatacak’ bir film izliyorsunuz... İzlediğim her film beni başka bir dünyaya götürüyor mesela. ‘Tamam mıyız?’ da da o ‘gerçekliğin’ içinde yaşıyorsunuz filmi. Beyaz perdeden çıkıp yanınızda bitiveriyor karakterler...

Oyuncular ve görsel başarı hakkında da söyleyecek söz bulamıyorum. Bazılarınız bu sözlerimi abartılı bulabilirler belki ama oyuncular o kadar ‘gerçekçi’ ki, duygular o kadar bizden ki, görüntüler o kadar tanıdık ki, ‘İşte ben’ diyorsunuz. Filmden çıkınca da ‘iyi bir işe tanık olmanın mutluluğunu’ yüzünüze yerleştiriyorsunuz...

‘Tamam mıyız?’da ona sunulan hayata ve ezberlere kafa tutan Temmuz ile hayata kafa tutmaktan vazgeçen ve annesine bağımlı yaşayan İhsan’ın hikayesi var. Hatta daha da fazlası var. Güzel müzikler, muhteşem görseller, çıldırtan oyuncular ve sıpa bir köpüş var. 

İzleyin daha ne diyeyim...


25 Ağustos 2013

Sokak Kızı Gamze ve Speedy Gonzales Aylin







Bilmediğim şeyleri, bilen birisinden öğrenme konusunda hiç çekingen olmadım. Bu konuda ‘kendini beğenmiş’ birisi de değilim.  İşte bu yüzden nam-i diğer Speedy Gonzales Aylin ‘Yarın Ankara’da çekimim var, istersen gel’ dediğinde koşa koşa gittim...

İlk defa birisi ile tanışıyorsam, yeni bir işe gitmişsem ve hatta ilk defa birisinin evine fotoğraf çekmeye gideceksem karnımda kelebekler uçuşur. Garip bir ağrı peyda olur bedenimde. Ayaklarım geri geri gider. Bahaneler uydururum, varılması zorunlu yere gitmememek için... Ama bu sefer öyle olmadı. Aylin ‘gel’ dediğinde ‘geleceğim’ dedim ve sanki yıllardır görüştüğüm birisininin yanına gider gibi gittim. Oysa biz birbirimizi hiç görmemiştik, seslerimizi duymamıştık. Ama daha ilk andan ‘sanki seninle yıllardır tanışıyormuş gibiyim’ sözcükleri döküldü ağzımdan. İnternetin alameti mi bilmem ama blogundaki kelimelerine, fotoğraflarına o kadar aşınaydım ki, garipsemedim onu... Ve sanırım o da beni...

Bilenler bilir, bilmeyenler için de kısaca özet geçeyim. Gazeteciliği bıraktıktan sonra (ben bırakıyorum diyince de bırakılmıyormuş ayrıca bu meslek) doğum fotoğrafçısı olayım dedim! Son zamanlarda da akraba, eş dostun düğün fotoğraflarına el attım. Ne kadar çok fotoğrafa bakarsam bakayım, ne kadar çok fotoğraf arkası kareleri izlersem izleyeyim bir türlü bu konuda kendimi konumlandıramıyordum. İşte bu noktada sosyal paylaşım sitelerinin birisinde çektiği fotoğrafın altına bıraktığım ‘yamağın olmak istiyorum’ notu, hayatın cilvesi, şans, ne bileyim işte adı her neyse o, Aylin ile beni Ankara’da buluşturdu...


Bir başkasına yardımcı olmak kavramımın artık yok olduğu günümüze, tüm içtenliği ile hem sorularımı yanıtladı hem de kuzenimin düğün çekimi için bana tüyolar verdi Aylin. Ve ben bir kere daha anladım ki bu iş öyle ‘langur lungur, bodoslama’ yapılmıyormuş. Her şeyin bir matematiği olduğu gibi fotoğraf çekmenin de bir aritmetiği varmış. Ya kendimi veremediğimden bu işe, ya konumlandıramadığımdan hala, ya da ne yapmak istediğim konusunda henüz net olmadığımdan bu buluşma bana çok şey kattı. İşin matematiğinin yanı sıra, insanlarla iletişimi, ışığı, kompozisyonu ve o güzel karelerin sırrını öğrendim. Başlarda ‘acaba işine engel olur muyum’ korkusu yaşasam da Aylin içtenliği ile bu korkumu önledi. Ve ben elimde bir kamera olmadığı için çok kızdım kendime. Zira Aylin’in yaptığı 2 saatlik muhteşem çekimi, sonradan bir daha bir daha izlemek isterdim. Ama aklımda, bir İstanbul ya da Ankara çekiminde elimde kamera ile peşinde dolaşacağım...

Bu buluşmadan önce İstanbul’da yapacağım kuzenimin düğün çekimi için oldukça endişeliydim açıkcası. Ama şimdi içim inanılmaz rahat. Çünkü ben (unutmam inşallah) bulunduğum mekana gelin ve damadı nasıl konumlandıracağımı öğrendim... 

Ve sanırım ben Aylin’i burnu havada birisi olmadığı için de sevdim.


Not: Damadın yüzü herhangi bir sorun olmasın diye silinmiştir:)

Not 2: Aylin'e bu adı ( Speedy Gonzales) koymamın sebebi, işini çok hızlı ve temiz yapmasındandır:)

05 Ağustos 2013

Çikolatalı Balık Kraker Tatlısı...







İnsan büyüdükçe mi bilinmez, çocukluğuna daha bir sarılır oluyor. Eski günlerin özlemi, burnunu sızlatıyor. Çocukken yaptığı yaramazlıklardan tutun da, oynadığı oyunlara kadar her şey gözünün pınarlarında birikiyor. 

Mesela ben küçük bir ilçede büyüdüm. Kafamı sokup çıkaramadığım mavi parmaklıklar vardı evimizin önünde, kışın buz tutunca üzerine kül dökülen kırık dökük merdivenlerimiz, okula giderken çizmelerimizi giyindiğimiz holümüz, kazanlı bir banyomuz, evimizin baş köşesine oturan bir sobamız... Elbette oyunlarımız da vardı. Defalarca yazdım belki ama en sevdiğim kız kardeşimle oynadığımız ‘hayali köy’ oyunuydu. Büyük şehirlerde insanlar 90’lı yılları yaşarken biz 80‘lerdeydik mesela. O yüzden daha bir tatlı geliyor şimdi her şey...

Biz okulunu, öğretmenlerini seven çocuklardık. Bayramları büyük bir heyecanla beklerdik. 23 Nisan’larda meydanda beklemek bizi sıkmazdı, bayraklar elimizde büyük bir heyecanla sallardık. Aynı heyecanı öğretmenlerimizde yaşardı. Onlar da bizim gibi yaz tatillerini dinlenmek için, okuldan kurtulmak için değil akrabalarına kavuşacakları için beklerlerdi.

Bizim ev de her yaz şenlikli olurdu. Almanya’dan halamlar, kuzenlerim, teyzemler gelirlerdi.  Almanya’daki çılgın kuzenim benim en iyi arkadaşlarımdandı. Kaz kanatlarından yapılma teleklerle döşeklerin üzerine çıkar uçmaya çalışırdık mesela, tabi halam bizi yakalayıp cümle alemem yaptığımızı anlatana kadar. Sonra onunla, bacak kadar boyumuzla, evdeki kırık dökük eşyaları alır satmaya çalışırdık. Ticarete karşı olan ilgimizin bittiği günlerdi. Ya da bezden bebeklerimize düğünler yapar, her düğünü olan arkadaşımıza çubuk kraker, çikolata götürürdük. Bizim altınımız da onlardı işte.

Yazın Kars’ta yaşayan halam ve kuzenlerim de gelirdi yanımıza. Arzu abla en büyükleriydi. Fasulyenin tanelerini sevmezdi mesela. Ama çok hamarattı. (Önce onlar taşındı Antalya'ya sonra da biz. İşte ben o zaman Arzu abla'nın muhteşem pastalarını, tatlılarını yeme fırsatı buldum. Hatta her seferinde elleriyle yaptığı kakaolu pudingin tencerede kalan kısmını da büyük bir keyifle sıyırdım) Bize bir yaz balık krakerlerin üzerine sürülmüş çikolata tatlısı yaptı. Sonra bu ritüel her gelişlerinde tekrarlandı. Nereden bulduğumu bilmiyorum ama (çocukken bizim ihtiyaçlarımızı ailelerimiz karşılardı, harçlık diye bir olgu yoktu) biriktirdiğim parayla yazın gelmesini hevesle beklemiş, Arzu abla, Burcu ve Duygu’nun geleceği gün bakkala gidip poşet dolusu balık kraker ve tadelle almıştım. Sonra Arzu abla sahanda güneşil altında çikolataları eritmiş ve balık krakerlerin üzerine sürmüştü. Buzdolabında beklettikten sonra da yemiştik. 

Dün de balık krakerli tatlı aklıma gelince evde denedim. Tadellenin fındıkları beni zorlayacağı için sütlü bir çikolatayı seçtim kendime. Benmari usulü çikolataları erittikten sonra balık krakerlerin üzerine sürdüm. sonra da buzdolabına koyup donmasını bekledim. Belki o çikolatalar güneş altında eritilmediği için belki de içinde fındık olmadığı için bilmiyorum ama ben o çikolatalı balık krakerlerde çocukluğumun tadını yakalayamadım. Sadece çocukluğum, yaşadığım ilçenin kokusu burnuma geldi, yine direği sızladı burnumun. 

Son olarak diyeceğim o ki; şayet çocuklarınızla eğlenceli bir oyun oynamak isterseniz siz de yapın. Ya da çocukluğunuzu çağırmak isterseniz...